DİL VE DİLLER
1. DİL: Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabiî bir vasıta; kendi kanunları içinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlık; milleti birleştiren, koruyan ve onun ortak malı olan sosyal bir müessese; seslerden örülmüş muazzam bir yapı; temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar ve sözleşmeler sistemidir. Dil, düşünce, duygu ve isteklerin, bir toplumda ses ve anlam yönünden ortak olan öğeler ve kurallardan yararlanılarak başkalarına aktarılmasını sağlayan, çok yönlü, çok gelişmiş bir dizgedir. Dar anlamıyla dil, bir toplumdaki insanların anlaşmalarını konuşma ya da yazı ile sağlayan işaretler sistemidir. Şekillerinde tanımlanan dil, temelde insanlar arasında anlaşmayı sağlayan en etkili ve en gelişmiş bir araçtır. İnsan dışında bazı canlıların ( arıların, karıncaların, yunusların vs.) da kendi aralarında çeşitli yollardan bir antlaşma sağladıkları bilinmektedir. Bildirişim aracı olarak bunlar da dil sayılabilir. Ancak bunların hiçbirisi insan dili kadar gelişmiş bir sisteme sahip değildir. İnsan dilini bütün diğer bildirişim araçlarından ayıran temel vasıf ise insanın konuşma yeteneğidir. Bu bakımdan konuşma yeteneği, dolayısıyla dil, insanı insan yapan niteliklerin başında gelir. İnsanların birbirleriyle kurduğu her ilişkide dil vardır. Bu yüzden dil, insanları birbirine yaklaştıran, kaynaştıran sosyal bir kurum olarak da karşımıza çıkar. İnsan bu araçla sevgisini, nefretini, umudunu, kızgınlığını vs. anlatır. Her millet dilini kendi ihtiyaçlarına, kültür ve medeniyet seviyesine, coğrafyasına ve zevklerine göre oluşturur. Onun için yeryüzünde sayıları binlerle ifade edilen farklı diller mevcuttur.
DİLİN CANLANDIRMA GÜCÜ
Maksim Gorki, fırıncı çıraklığı yıllarında, Tolstoy'un bir hikâyesini okurken, öylesine kendinden geçer ki, acaba kâğıdın içinde büyülü bir şey mi var diye havaya kaldırır bakar. Tabiî beyaz sahife üzerinde siyah harflerden başka bir şey görmez. Fakat saf fırıncı çırağını ve bütün saf okuyucuları büyüleyen şey, o ak sahife üzerinde yazılı kara harflerden başka bir şey değildir. Harfler, seslerin işaretleridir. Kelimeler ise seslerden mürekkeptir. Yazılı veya sözlü işaretlerle, göz önünde bulunmayan her şeyi göz önüne getirebilir, ölüleri diriltebilir, ağaçları konuşturabilirsiniz. Bu büyü değil de nedir? Güzel bir romanı okurken, Maksim Gorki'de olduğu gibi, kitap, kâğıt, harf ortadan kalkar, gitmediğimiz şehirlerde dolaşır, tanımadığımız insanlarla tanışır, onların yatak odalarına hattâ ruhlarının içine gireriz. Dile bu büyük gücü veren nedir? Kendiliğinden çalışan bir şartlı refleks mekanizması dolayısyla, dilin varlığın yerine geçişi! Ünlü Rus âlimi Pavlov, yaptığı denemelerle köpeklerde suni olarak çeşitli şartlı refleksler yaratmaya muvaffak olmuştu. Uyguladığı usul son derece basittir: Köpeğe acıktığı zaman et verilirken bir de zil çalınır. Bu hareket tekrarlanınca, köpeğin ağzından sadece zil sesi ile de salyalar akmaya başlar. Böylece zil sesi, köpeğin hafızasında etin yerini tutmuş olur. Tabiî zil sesi karın doyurmaz ama etin hayalini uyandırır. İnsanoğlunun hayatında kelimeler de aynı rolü oynarlar. Gösterdikleri eşyanın hayalini göz önünde canlandırırlar. Çocuk, daha doğmadan önce, anasının karnında iken, sesleri işitir. Anne, baba, kardeş, hala, teyze, daha konuşmasını bilmeyen bebeye, kendi dillerini anlıyormuş gibi hitap ederler. Belli eşya veya insan gösterilerek tekrarlanan kelimeler zamanla onların yerini tutarlar. Çocuğu büyüdükten sonra annesi kızına: "Kızım bana bir bardak su getir." deyince, kızı istenileni yapar. Hayat boyunca öğrenilen kelimeler, bizim hafızamızda, onların hayali ile beraber, gözle görünmez bir dünya yaratırlar. Bir hikâyeyi dinler veya okurken, ses veya yazı, hafızamızdaki hayalleri canlandırır. İyi bir edebiyatçı, dilin bu canlandırma gücünden faydalanarak, asıl dünyaya benzer veya ondan daha zengin veya değişik bir hayal dünyası yaratır. Herkesin bildiği, günlük hayatta kullandığı kelimelerin hayal mekanizmasını daha çabuk harekete getireceği gayet tabiîdir. Bundan dolayı büyük yazarlar, yeni kelimeler icat etmekten çok herkesin bildiği kelimelerle yeni dünyalar yaratırlar. Bu alelâde taş, tuğla veya çimento ile güzel bir bina yapmaya benzer. Sanat eserlerinde güzellik, kullanılan malzemeye değil, onları bir araya getiriş, kullanış tarzına bağlıdır. Aynı tip boyalarla usta ressam şaheserler yaratır, benim gibi doğru bir çizgi çekemeyen biri, sadece tuvali karalar. Dili kullanış da bundan farksızdır. Bir yazar, kullandığı her kelimenin dış âlemde veya insan hayatında neye tekabül ettiğini bilmelidir. Bülbül ile karga ayrı kuş çeşitlerini gösterir. Şefkat, merhamet ve sevgi kelimeleri arasında öyle ince farklar vardır ki, sevdiklerimizin bize karşı besledikleri duyguyu tavsif ederken bu kelimelerden birini veya ötekini kullanmak, bazen hayatî bir önem kazanır. Dil bir vasıtadan ibarettir. Hayatta veya edebiyatta olsun, biz kelimelere değil, kelimeler vasıtasıyla bize tanıtılan veya sunulan varlıklara, eşyalara ve insanlara bakarız. Değerli olan, sevilen veya nefret edilen kelimeler veya harfler değil, insan, hayat ve dünyadır. Dil bizi, kendisini unutturarak doğrudan doğruya varlığa götürdüğü nisbette vazifesini yerine getirmiş olur. İyi yazar, dile hâkim olduktan sonra, onu unutur. Bizzat varlık, hayat ve insan ile uğraşır. Daha doğrusu o dili kullanırken dürbünle dünyayı seyreden biri gibi dikkatini kelimelere değil, varlığa çevirir. Dünyayı seyredecek yerde dürbünün kendinse bakan biri, dünyayı değil, dürbünü görür. (Mehmet Kaplan-Dil ve Kültür)
Dil, Doğan Aksan'ın deyimiyle kimi sırları bugün de çözülememiş büyülü bir varlıktır. Mesela: Dil nasıl doğmuştur?, İlk konuşmalar hangi şekilde ortaya çıkmıştır?, Diller tek bir kaynaktan mı, çeşitli kaynaklardan mı doğmuştur? gibi soruların cevapları varsayımdan öteye gitmemektedir. Dilin doğuşuyla ilgili çok çeşitli varsayımlar vardır. Bunların önemlilerini şöyle tanıtabiliriz:
A-Yansımaları temel alan varsayım: Dünyadaki bütün dillerde doğadaki seslerin taklidiyle oluşturulmuş ögeler mevcuttur. İşte bu kurama göre dil, insanların çevrelerinde duydukları sesleri (hayvan bağırtıları, gök gürlemesi, rüzgar sesi, suların çağıldaması vs. ) taklidiyle ortaya çıkmıştır. Bu varsayımın zayıf noktası bütün dillerde mevcut olan bu yansıma sözcüklerin sayısının çok az olmasıdır.
B-Ünlemleri temel alan varsayım ( Aha ya da Puh Puh kuramı ) : Kimi bilginler de dilin doğuşunu ünlemlere dayandırmıştır. Bu varsayıma göre ilk insan, kimi yaratık ve olaylar karşısında (korktuğunda, sevindiğinde, canı acıdığında vs.) şaşkınlığını, hayranlığını, korkusunu vs. ifade etmek için bazı ünlemler çıkarmış, daha sonra bu sesleri tekrar ederek sözcükleri oluşturmuştur. Bu kuramın zayıf yönü de tıpkı yansıma kuramında olduğu gibi ünlemlerin sayısının da dillerin sözvarlığında çok az olmasıdır.
C- İş varsayımı ( Yo-He-Ho kuramı) : İnsanların ortak iş yaparken işi kolaylaştırmak için birtakım ortak sesler çıkardıkları gerçeğinden hareket edilerek oluşturulan bir kuramdır. Bu kuramı savunanlar yapılan ilk işin kazmak olduğunu ve ilk insan seslerinin de bu eylemle ilgili olduğunu iddia etmektedirler. Bu kuramın zayıf yönü ise isim köklerinin izahının zorluğudur.
Bunların dışında Ruhbilimsel Kuram, Ay-Dil Kuramı, Güneş Dil Kuramı gibi kuramlar da vardır.
Alman bilgin Wilhelm WUNDT dilin doğuşuyla ilgili bütün bu kuramlardan faydalanarak farklı bir görüş ileri sürmüştür. Wundt, ruhbilimin verilerinden yararlanmakta, jest dilini derinlemesine incelemekte, dil seslerini; hayvanlar arasındaki canlı sesler, çocuktaki dil sesleri, dildeki doğa sesleri ve yansımalar açısından ele aldıktan sonra söyleyiş denen şeyi, ağzın içini de kapsayan geniş anlamda bir mimik hareketi olarak kabul etmektedir. Dil seslerinin ilk aşaması, bilgine göre, ses aygıtının meydana getirdiği fiziksel ve ruhsal anlamlılık taşıyan hayvansal ses belirtilerinden oluşmuştur. Bu belirtiler önce içgüdüsel iken daha sonra, zaman zaman bilinçli olarak kullanılan anlatım aracı olmuşlardır. Bağırma durumundaki ilk sesler, sonradan perdeli sese dönüşmüştür.
Wundt, bu kuramını çocuk diline dayandırmakta, çocuğun dil öğrenmeye başlarken çıkardığı, hayvan seslerine benzeyen bağırmalara dikkat çekmektedir. Wundt'un bu görüşü, dilbilim dünyasında en geçerli görüştür.
DİL VE İNSAN
Alman filozofu Heidegger'in dil hakkında derin manalı, güzel bir sözü vardır: "Dil insanın evidir." der. Bundan on yıl kadar önce, üniversitede üç dört arkadaş bu cümlenin manası üzerinde saatlerce konuşmuştuk. Evin, başlıca özelliği tabiat içinde olmakla beraber, tabiattan ayrı, insan için, insana göre bir mekân teşkil etmesidir. Evin bütün yapı malzemesi tabiattan alınmıştır. Fakat değiştirilmiş, yeni bir şekle sokulmuştur. Alain: "Evin dışı tabiata, içi insana göredir." der. Bu söz de doğrudur. Çatı, duvar, pencere, temel, sıva, kapı ve pancur dış ile ilgilidir. Bunlar dışa karşı ve dışa göredir. Ev içi, denilebilir ki insanın kalıbıdır. Benzetme daha başka fikirlerin geliştirilmesine de elverişlidir. Evler, iklim çeşitlerine göre olduğu kadar, kavimlerin medeniyet şekillerinin, sosyal tabakalara ve şahısların servet, zihniyet ve zevklerine göre değişik şekiller arz ederler. Diller de böyle değil midir? Her millet dilini kendi ihtiyaçlarına, kültür ve medeniyet seviyesine, zevkine göre yaratır. Dil, tıpkı ev gibi bir milletin duygu, düşünce ve hayatının barınağı, korunağıdır. Dede Korkut kitabını okumaya bayılırım. Burada kendimi bambaşka bir dünya içinde, bambaşka insanlar arasında bulurum. Halit Ziya'nın Mai ve Siyah'ı, Tanpınar'ın Huzur'u da hoşuma gider. Onlarda Dede Korkut kitabındakinden çok farklı bir zaman, Çok farklı bir mekân ve insan vardır. Dilin insanın evi olduğu fikrini bilhassa edebî eserleri okurken hissederim. Zira edebî eserlerde insan daha canlı olarak gözükür. Fakat fikir eserleri de insanın evidir. Türklüğün esasları, Ziya Gökalp'tir. Her cümlesinde o vardır. Dilin bütünü milletin evidir. Binbir odalı bir ev! Buna şehir, ülke demek daha doğru olur. Milletler dillerini tıpkı medeniyetleri gibi kurarlar. Her milletin kendisine göre bir medeniyeti vardır. Ziya Gökalp buna hars, millî kültür adını veriyor. Dil, harsın evidir.
Heidegger, "Dil insanın evidir." derken, dil ile insan arasındaki yakın münasebeti belirtmek istemiştir. İnsan yerine millet demekte bir mahzur yoktur. Zira dillerin başlıca vasfı millî oluşlarıdır. Fakat burada, dil ile kültür arasındaki münasebet unutulursa bazı hatalara düşülebilir.
Dil konusunda en çok yanılanlar, dili, tarihten, kültürden, toplumdan, bir kelime ile insandan ayıran dilcilerdir. Hani şu çok işe yarayan sözlükler, gramer kitapları yok mu, onlardır insanları dil konusunda aldatan. Dünyada sözlük ve gramerden daha suni hiçbir şey yoktur. Ionesco'nun yaptığı gibi sözlük ve gramere göre konuşan robot insanlar icat etmek suretiyle insanlar güldürülebilir. Dünyada kimse sözlük ve gramere göre konuşmaz. Bir zamanlar "dahi-i azam" diye ünü göklere çıkartılan Abdülhak Hamit,
Gramerden de anlamam billâh
Ulema benden etsin istikrah!
diye korkunç ve gülünç beyitler yazıyordu. Fakat haklı idi. Dâhi bir şair olduğuna inanıyordu. Kendinden önce gelen, basmakalıp ifadeleri bıkmadan tekrarlayanlarla kıyaslanırsa, gerçekten de dâhi denilebilecek bir yaratma gücüne sahipti. O da her yazar gibi kendine göre bir dünya kurmuştu. Evinin malzemesi biraz karışık, yapısı biraz eğri büğrü idi ama "Hâmidâne" idi.
Dili insanla beraber alınca, Yunus Emre gibi;
Cümle şair dost bahçesi bülbülü
diyerek, çok geniş davranmak mümkündür ve kanaatime göre doğru olan da budur.
En güzel Türkçeyi kim söylemiştir? Hiç kimse. En güzel Türkçe diye bir şey yoktur. Bir milleti teşkil eden fertlerin hepsi, kelime ve gramer kaideleri üzerinde kafa yormadan, sabahtan akşama kadar konuşurlar. Evlere, kahvelere, sokaklara kulak verin. Kuş cıvıltıları gibi insan sesi gelir. Fakat bu gelen sadece ses değil, duygu, düşünce, sevgi, nefret, kin, hiddettir. İnsan bir şeyi anlatmak için konuşur. İnsan için önemli olan dilin kendisi değil, dil ile anlatılan şeydir. Dil, bir vasıtadan başka bir şey değildir. Fakat vasıta olmak dili küçültmez. Tam tersine dilin şanı, şerefi vasıta oluşundandır. Dil olmasa birbirimizle anlaşabilir miydik? Dil olmasa tarih, kültür, edebiyat ve medeniyet de olmazdı. Fakat dilin vasıta olması, hayatın şekil almasından hemen hemen farksızdır. Hayatı aldığı şekilden ayırabilir misiniz? Hayat var olmak için kendine göre organlar yaratır. Dil de böyledir. Dil de bir bakıma hayatın aldığı bir şekildir. Bir şiir, hikâye ve romanda dil, içini dolduran hayat gücü ile pırıl pırıl parlar.
Bursa'da bir eski cami avlusu
Mermer şadırvanda şakırdayan su,
Orhan zamanından kalma bir duvar
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar...
Bu mısraları okur okumaz gözümüzün önünde bir dünya canlanır. Bu sır, kelimelerin kendisinde midir? Yoksa onların dizisinde, sıralanışında, yan yana gelişinde midir? Sırayı bozmak suretiyle bunun yapıdan geldiğini kolayca anlamak mümkündür; çınar, ihtiyar, yaş, bir onunla, duvar, bir kalma, zamanından, Orhan ilh. Bu deneme gösterir ki, manayı, güzelliği vücuda getiren şairin kurduğu nizamdır. A. Kutsi Tecer'in Köşebaşı adlı piyesinden bir parça;
"Sütçü- Eh, dünya bu! Dün sabah uğradım, sütünü bıraktım, adamcağız sağdı. Bu sabah uğradım sütünü bırakmaya, ölmüş.. Dünya bu! Dokundu içime hanımefendi...
Süt alan kadın- Vah! Vah! Kim acaba?
Sütçü- Macit Bey.
Süt alan kadın- Sahi mi? Ah, ne iyi adamdı!
Burada bir hayat parçası vardır ve bu hayat parçası kelimeler dizisine bağlıdır. Bu parçayı da sondan başa doğru okuyunuz, hiçbir manası olmayan saçma bir kelimeler yığınıyla karşılaşırsınız. Eskiler nesir için inşa derlerdi. Güzel, manalı bir terimdi bu. Yazı, hatta konuşma, tıpkı ev gibi inşa edilir ve bu evin içinde insan oturur. Dil konusunda en büyük hata kelimeleri ayrı ayrı ele almaktır. Normal dilde, konuşma ve yazıda kelime değil cümle vardır. Her cümle bir yapıdır. Dile bu gözle bakınca, eskilerin de kendi çağlarının malzeme ve üslubuna göre evler inşa ettiklerini görürsünüz. Eski şiirin tabiî ünitesi beyittir. Beyit kelimesinin manası evdir. Gerçekten beyit ev gibi inşa edilmiştir ve o evin içinde insan oturur:
Ah eylediğim serv-i hıramanın içindir
Kan ağladığım gonca-i handanın içindir
Yaktın tenimi vasl günü şem-teg amma
Bil kim bu tedarük şeb-i hicranın içindir.
Burada önemli olan tek tek kelimeler midir? Yoksa yapı, düzen ve mana mıdır? Edebiyattan biraz anlayan ve hakikat duygusu olan herkes itiraf eder ki, burada, bir insan bir insanın aşkı, ıstırabı, bekleyişi, ümit ve ümitsizliği bahis konusudur. Kelimeler onu anlatmak içindir. Burada âşık ve muztarip Fuzuli'dir dile gelen. Eğer bütünü, manayı, insanı bırakır da tek tek kelimeleri ele alır, hele onları Öztürkçe, Arapça, Farsça, isim, sıfat, fiil diye ayırmaya kalkarsanız, her şeyi kaybedersiniz. Dili, insandan, tarihten, kültürden ayıranlar sanat, kültür ve insanla ilgisi olmayan yaratıklardır. Onlardan korkunuz. Tuğlaları incelemek için binayı başınıza yıkarlar. Dili insanla beraber ele alınca evin sıcaklığına kavuşmuş, bütün diller ve insanlarla dost olmuş oluruz. Mehmet KAPLAN
Dil-Millet İlişkisi: Dil, sosyal bir varlık olması bakımından milletin en temel vasfı olarak karşımıza çıkar. Çünkü milletin fertleri kullandıkları ortak dille anlaşırlar. Dünyayı, ana dilleriyle seslendirirler. Bir toplumda yaşayan insanlar, dünyayı olduğu gibi değil, dillerinin kendilerine sunduğu gibi görürler. Bu durumu ünlü dilbilimci Wilhelm von Humboldt "İnsanlar, bu dünyada ana dillerinin dünyayı kendilerine sunduğu biçimde yaşamaktadırlar." diye izah etmektedir. Milletler geçmişte yarattıkları bilgi ve birikimi dille geleceğe aktarırlar. Bir milletin geçirdiği sosyal, siyasî ve kültürel evreler, iniş ve çıkışlar o milletin dilinden takip edilebilir. Mesela, Türklerin Uygurlar döneminde eski inançlarını bırakıp, Budizm'e, Maniheizm'e geçişlerinin; X. yy.da İslamlığı kabul edişlerinin vs. etkilerini Türk yazı dilinden takip etmemiz mümkündür. Bu durumu Prof. Dr. Zeynep Korkmaz; "...dilin yapısı yaşama düzeninin yapısına paralel bir şekilde yol almaktadır." diye açıklamaktadır.
Bir milleti kullandığı dil belirler. Bugün yaşamayan, tarih sahnesinden silinmiş milletleri ancak dilleri sayesinde tanıyabiliyoruz: Sümerler, Hititler, Etiler... vb. gibi.
Dil-millet ilişkisinde, dilin, millî birliğin çimentosu olduğunu en açık şekilde M. Kemal ATATÜRK'ün şu sözlerinde görebiliriz: "Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk halkı, Türk milletidir. Türk milleti demek, Türk dili demektir. Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti, geçirdiği nihayetsiz felaketler içinde ahlâkının, ananelerinin, hatıralarının, menfaatlerinin, kısacası, bugün kendi milliyetini yapan her şeyinin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir."
Dil-Kültür İlişkisi: Kültür, bir topluluğu, bir cemiyeti, bir milleti millet yapan, onu diğer milletlerden farklı kılan hayat tezahürlerinin bütünüdür. Dil ise, hem yaratıcısı, hem de taşıyıcısı olması bakımından yazılı ve sözlü kültürün temelidir. Dilin gelişmişliği, aynı zamanda, kültürün gelişmişliğinin de aynasıdır. Bu açıdan bakıldığında, gelişmiş, mükemmel diller, gelişmiş mükemmel kültürlerin aynasıdır. Anlatım gücü zayıf, gelişmemiş bir dile sahip olan milletlerin zengin bir kültürü olması da mümkün değildir.
DİL VE KÜLTÜR
Ziya Gökalp, dili kültürün temel unsuru sayar. O, bu görüşünde haklıdır. Zira dil, duygu ve düşüncenin âdeta kabıdır. Bir milletin bütün duygu ve düşünce hazinesi, dil kabına veya kalıbına dökülür ve bu dil kabı ile yerden yere, nesilden nesile aktarılır. Yazı, dilin sesini kaydeden bir vasıta olarak dilin bir parçasıdır. Fakat kültür, söz ile de bir millet arasına yayılır. Dil, kültürün temeli olduğuna göre, bir milletin dil ile ifade ettiği sözlü, yazılı her şey kültür kavramına girer. Sabahtan akşama kadar evde, sokakta, çarşıda, iş yerinde konuşan halk, farkında olmadan dil tarlasını eker, biçer. Dilin duygu ve düşünce ile dolmasının sebebi, günlük hayata çok yakın olmasıdır. Aslında dili yaratan hayat, daha doğrusu sosyal hayattır. Anne çocuğuna bir oyuncak verir: "Bak, sana otomobil getirdim." der. Böylece çocuk, oyuncak otomobil ile beraber "otomobil" kelimesini öğrenir. Fakat dil her zaman böyle bir eşya gösterilerek öğrenilmez. Bebek etrafında manasını anlamadığı birtakım sesler duyar. Zamanla onların bir şeye tekabül ettiğini öğrenir. Dil deyince, konuşulan ve yazılan bütün kelime ve cümleleri anlamak lazımdır. Halk günlük hayatında kelimeleri menşelerine göre ayırmaz. Onu ilgilendiren, kelimelerin manası, işe yaramasıdır. Bir bakkal dükkânında on dakika oturup halkı dinleyerek hangi kelimeleri kullandığını tespit edebilirsiniz. İlle öztürkçe yazılmamış, normal, tabiî yazılı bir mahsulde, bir gazete veya kitapta da bu işi yapabilirsiniz. Normal ve tabiî konuşan halk gibi, normal ve tabiî yazan bir yazar da kelimelerin menşeine değil, manasına, nüansına ve işe yararlılığına önem verir. Konuşma veya yazı dilinde kelimeleri, Türkçe, yabancı diye ayırmak normal veya tabiî konuşma ve yazmaya aykırı bir davranıştır. Bu yapma tutumu, kırıtkan kadınların hal ve tavırlarında olduğu gibi derhal farkedersiniz. Böyle yapanlar dikkatlerini bahsedecekleri şeye verecekleri yerde belli kelimelere verirler. Onlar için önemli olan eşya, duygu ve düşünce değil, öztürkçe kelimelerdir. Bir yazarı değerlendirirken, fikirlerine değil, kullandığı kelimelere bakarlar. Onlara göre öztürkçe kelime kullananlar iyi, kullanmayanlar kötüdür. Bu ölçüyü öztürkçeden önce yazılmış eserlere tatbik ederseniz, hepsi kötüdür. Fuzulî, Bâkî, Nedim, Şeyh Galib, Fikret, Akif, hattâ Yahya Kemal, Reşat Nuri bile... Böyle bir davranış tarzının ne kadar barbarca olduğunu buna göre ölçebilirsiniz. Her millet dilini ve kültürünü yüzyıllar boyunca yoğurur. Bu esnada o, akan bir nehir gibi, içinden geçtiği her topraktan bazı unsurları alır. Her medenî milletin konuşma ve yazı dili, karşılaştığı medeniyetlerden alınma kelime ve deyimlerle doludur. Bu bakımdan her milletin dili, o milletin çağlar boyunca yaşadığı tarihin adeta özetidir. Dile bu gözle bakılırsa mana kazanır. Batılı dil âlimleri, filologlar yazılı veya sözlü kültür eserlerini incelerken, bir arkeolog gibi hareket ederler. Bir nevi dil arkeolojisi yaparlar. İlkin inceledikleri metnin tarihini tespite çalışırlar. Zira her metin dil tarihinin bir kesitini verir. O kesitte, o anda bulunan ve o ana kadar dile girmiş olan her kelimenin, yerli, yabancı ayırmaksızın yazılışı, söylenişi, manası dikkatle tespit edilir. Zira en küçük bir işaret, bir ses değişmesi, o kelime hatta bütün metnin manasını değiştirebilir. Eğer Sümerce bir metinde Tanrı ve at kelimeleri Türkçe Tanrı ve at manalarına geliyorsa, bu, bütün insanlık tarihine yeni bir gözle bakmayı gerektirir. Bundan dolayı dil âlimleri, filologlar eski metinleri incelerken kılı kırk yararlar. Kelimelerin menşeleri onları dil ve kültür tarihi bakımından ilgilendirir. Göktürk harfleriyle yazılmış bir mezar taşında görülen Çince, Hintçe bir kelime, dil ve kültür tarihi bakımından önemli bir mana taşır. Türklere ait eski metinlerde sade Türkçe kelimelere önem vererek, yabancıları bir kenara atmak hem kültür kavramına, hem de ilmî düşünceye aykırıdır. Dili, bir milletin medeniyet tarihinin aynası olarak inceleyenler, onda pek çok şeyi görürler. Dil ile tarih ve kültür arasındaki münasebeti bilen bir kimse, dili tek başına almaz. Zira dilde her kelimenin yazılış, ses, şekil ve manasını tayin eden, tarih ve kültürdür. Yunus Emre'nin şiirlerinin dilini, yazıldığı devir ve çevreden ayrı ele alamazsınız. Zira o ağacın kökleri gelenek ile beraber, yetiştiği topraklara sımsıkı bağlıdır. Bu da gösterir ki, filolog sadece dilci değil, geniş kültürlü, kafası dil gibi hayatın bütün imkânlarına açık bir insan olmalıdır. Kültür eserleri, dilin belli bir yer ve anda donmuş şekilleridir. Bu bakımdan onların abidelerden farkları yoktur. Kütüphaneler dil abidelerini toplayan müzelerdir. Dil, bir kap olduğuna göre onlara duygu, düşünce, hayal müzeleri demek gerekir. Biz eskiden yaşamış insanların hayat tecrübelerini, inanç ve değerlerini bu eserlerden öğreniriz. Aslında dili hem şekil, hem muhtevasıyla inceleyen filolojinin gayesi, insan kültürünü tanımaktır. Fakat bu görüşe ancak dil ile kültür arasındaki bağlantıyı görenler ulaşabilirler. Mehmet KAPLAN
YERYÜZÜNDEKİ DİLLER VE TÜRK DİLİNİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ
Yeryüzünde ne kadar millet varsa, o kadar da dil vardır. Türkçede dil isimleri millet adına +ca, +ce, +ça, +çe isimden isim yapma eki getirilerek oluşturulur: Türkçe, Almanca, İngilizce, Arapça, Farsça gibi. Her millet dünyayı, kendi kültürüne, coğrafyasına, hayat anlayışına, hançeresine uygun olan diliyle seslendirir. Bugün her milletin dili ayrı, bağımsız olmakla birlikte, aralarında bazı benzerlikler de görülebilir. Bu benzerlikler, bazen, herkesin görebileceği kadar açıkken, bazen de sadece dilbilimcilerin fark edebileceği benzerliklerdir.
Yeryüzündeki diller iki bakımdan ortak gruplarda tasnif edilirler:
1- Menşe (kaynak) bakımından (dil aileleri),
2- Yapı bakımından (dil grupları).
1. KAYNAKLARI BAKIMINDAN DİL AİLELERİ:
Aynı ana kaynaktan çıkan, akraba dillerdir. Bir dil ailesi, aynı ana kaynaktan gelişmiş çeşitli dillerden oluşmaktadır. Kaynaklarına göre dil ailelerinin tasnifinde en temel ölçütler dillerin ses, şekil ve cümle yapılarındaki denkliklerdir. Bunun yanında temel (çekirdek) sözcüklerdeki ortaklıklar ve tarihî gelişmeler de akrabalığın tespitindeki önemli ölçütlerdir. Eski bir anadilden gelen diller çok defa büyük dallara ayrılmış bulunur. Hind-Avrupa dil ailesinin Hind-İran, Baltık-Slav, Yunan, Latın, Germen dalları gibi... Buna göre aynı ailede, diller arasında akrabalık da derece derece olur. Meselâ, Farsça ile İngilizce ayrı dallardan ve uzak akraba; Almanca ile İngilizce ise aynı daldan ve yakın akrabadır. Yeryüzündeki başlıca dil aileleri şunlardır:
A-Hint-Avrupa Dilleri: Dünyada yer alan dil ailelerinin en büyüklerinden birisidir. Bu dil ailesinde Fince, Macarca ve bazı küçük nüfuslu milletlerin dilleri dışındaki bütün Avrupa dilleri, Asya dillerinden Farsça ve Hindistan'da konuşulan diller girer. Adından da anlaşılacağı gibi bu dil ailesinin, Avrupa ve Asya kolu mevcuttur. Bu dil ailesinin Avrupa kolunda şu diller vardır:
a-Germen Dilleri: Almanca, Felemenkçe, İngilizce ve İskandinav dilleri bu gruptadır.
b-Roman Dilleri: Latince, Fransızca, İspanyolca, Portekizce, İtalyanca ve Romence bu gruptadır.
c-İslav Dilleri: Rusça, Bulgarca, Sırpça, Lehçe, Boşnakça bu gruptadır.
ç-Yunanca, Arnavutça, Keltçe, Litvanca.
d-Bugün yaşamayan eski Anadolu dillerinden Hititçe.
Bu dil ailesinin Asya kolunda da şu diller mevcuttur:
a-Hintçe (Tarihî Sanskritçe ve bugünkü Hint dilleri).
b-Farsça (Tarihî Avesta da bu koldadır).
c-Toharca ç-Ermenice
B- Sâmî- Hâmî Dilleri: Kısaca Sâmî dilleri de denilen bu dil ailesinde eski çağlardan beri yeryüzünde konuşulan diller bulunmaktadır. Adını, Tevrat'ta geçen Hz. Nuh'un oğulları Ham ve Sam'dan alan bu dil ailesinin Sâmî kolunda şu diller bulunmaktadır: Akkadca, Ugarit dili, İbranice (Kenanî), Süryanca, Aramca (Aramî), Arapça.
Bu dil ailesinin Hâmî kolunda ise; Mısır'da, Kuzey Afrika'da, Kanarya adalarında, Kızıldeniz'in batısında ve Habeşistan'da konuşulan diller vardır.
C- Çin-Tibet Dilleri: Asya'nın bu büyük dil ailesi, Çin ve Tibet dillerini içine alır ve Tibet-Burma, Tay-Çin olmak üzere iki kola ayrılır.
Ç- Bantu Dilleri: Afrika'daki bu en büyük dil ailesinin içine Orta ve Güney Afrika'da yaklaşık 50 milyon insanın konuştuğu çeşitli diller girmektedir.
D- Ural-Altay Dilleri: Yukarıda sayılan dil ailelerindeki dillerin akrabalıkları kesindir. Ural-Altay dilleri olarak adlandırılan dil ailesindeki dillerin akrabalıkları ise kesin olmayıp tartışmalıdır. Ural-Altay dillerindeki yakınlık kaynak birliğinden çok yapı birliği şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Bu yüzden bu dil ailesini dil grubu sayan dilbilimciler de vardır. Kaynak olarak akraba olup olmadıkları tartışılmakla birlikte bu grupta yer alan diller arasında ses, şekil ve cümle yapıları bakımından önemli benzerlikler vardır. Meselâ, bu dillerin hepsi eklemeli dillerdir, yine genel manada birbirine benzeyen bir ünlü uyumu sistemleri vardır, kelime sıraları da, istisnalar dışında, aynıdır. Bu dil ailesindeki dilleri bir şema üzerinde şöyle gösterebiliriz:
URAL-ALTAY DİL AİLESİ
Ural Kolu Altay Kolu
a) Fin-Ugor b) Samoyed Türkçe, Moğolca, Mançu-Tunguzca, Japonca(?) Korece(?)
Fince
Macarca
Permce
Ugorca
Belli başlı bu dil ailelerinden başka, Hoin-San dilleri, Eskimo-Aleut dilleri; Amerika dilleri; Kuzey Amerika dilleri, Meksika ve Orta Amerika dilleri, Antiller ve Güney Amerika dillerini de gösterebiliriz.
2. YAPI BAKIMINDAN DİL GRUPLARI (Fonolojik Tasnif): Dünya dilleri, ses sistemleri, kelime ve cümle yapıları bakımından farklılıklar ve benzerlikler gösterir. İşte bu üç ölçüt göz önünde bulundurularak dünya dilleri şu dil gruplarında toplanmışlardır:
A. Tek Heceli (Ayrımlı) Diller: Bu dillerde kelimeler tek hecelidir. Kelimeler cümle içinde değişmezler. Başka bir deyişle kelimeler çekime girmezler. Tek heceli oldukları için şeklen birbirine çok benzeyen kelimeleri ayırt etmek için çok zengin bir vurgu sistemi vardır. Çince, Tibetçe, Siyamca, Vietnam dili, Cava dili bu dil grubundadır.
B. Eklemeli (Bitişimli) Diller: Bu dil grubundaki dillerde tek veya çok heceli kelime kökleri ve bu köklerden yeni kelimeler türeten veya kelimeleri çekime sokan ekler mevcuttur. Bu ekler kelime köküne getirilirken kök değişmez ve kök ile ekler birbirinden rahatça ayrılabilir. Bu dillerin bir kısmı baştan ek alırken (Macarca), bazıları da sondan ek alırlar (Moğolca, Mançu-Tunguzca, Japonca, Korece). Türkçe de yapı bakımından bu dil grubundadır ve sondan ek alan bir dildir.
C. Çekimli (Bükümlü-Tasrifli) Diller: Bu dillerde tek veya çok heceli kelime kökleri ve az olmakla birlikte bazı ekler vardır. Ancak yeni bir kelime yapılırken, çoğunlukla, kelime kökü içten bir kırılmaya uğrar. Bu kırılma bazen kelime kökünü tamamen tanınmaz hale getirirken, (Hint Avrupa dillerinde böyledir.) bazen de kelime kökündeki aslî sesler (sessiz sesler) muhafaza edilerek yeni kelime ile kelimenin kökü bağ belli olur (Sâmî dilleri böyledir). Mesela Arapça ktb> katib, mektub, kitabet; hkm> hükm, hâkim, mahkûm vb. gibi.
Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu, bu dil gruplarına bir dördüncüsünü de eklemektedir. Mümteziç, terkibî (birleşik) diller diye adlandırdığı bu grubu Caferoğlu şöyle tanıtmaktadır: "Bu gruba şimalî Amerika yerlileri ile, genel olarak, şimalî Amerika ırkına mensup kavimlerin dilleri girmektedir. Bu diller şeklen iltisakî (eklemeli) olmak bakımından Ural-Altay dilleri grubuna yaklaşmaktadır. Ancak birleşik kelimeler terkiplenmesinde ve türemesinde, kendine mahsus bir hususiyete maliktir ki, buna diğer dillerde rastlanmaz. Bazen bu dilde bir birleşik kelime bizim bir cümlemizin yerini tutmaktadır."
İKİNCİ BÖLÜM TÜRK DİLİNİN TARİHÎ DEVİRLERİ VE GELİŞMESİ
1. Türk Dilinin Eskiliği Meselesi ve Tarihî Devirleri:
A- Türk Dilinin Eskiliği Meselesi: Her dilin olduğu gibi Türkçenin de aydınlık ve karanlık devirleri vardır. Türkçeyi yazılı belgelerle takip edebildiğimiz dönem (Eski Türkçe çağı), dilimizin aydınlık dönemidir. Bu dönemden itibaren (VII. yy.dan itibaren) Türkçenin gelişimini, geçirdiği farklılıkları, bu farklılıkları yaratan sosyal, siyasî ve kültürel etkileri yazılı belgelerden rahatlıkla takip edebiliriz. Bundan önceki dönemler ise Türkçenin farazî (karanlık) dönemleridir.
Türk dilinin ( içinde Türk adı geçen) ilk yazılı belgeleri, VII. yüzyılda yazılan Orhun Yazıtları'dır. Aynı alfabeyle yazılan Yenisey Yazıtları'nın tarihleri daha eskidir. Ancak bu yazıtlar Köktürklerden değil Kırgız Türklerinden kalmıştır. Özellikle Orhun Yazıtları'nda çok gelişmiş, edebî bir dil karşımıza çıkmaktadır. Türkçenin yavaş gelişen bir dil olduğu da göz önüne alınırsa Orhun Yazıtları?ndaki Türkçenin kısa bir sürede ortaya çıkması mümkün değildir. Bu yüzden Türkçenin varlığını çok daha eskilere götürmemiz gerekir. Prof. Dr. Doğan Aksan, Orhun ve Yenisey Yazıtları'nın; soyut kavramlarındaki zenginlik, eşanlamlılık, çok anlamlılık, ileri öğeler, deyimler, atasözleri, ikilemeler ve sanatlı anlatımlar gibi özelliklerine dayanarak, "...Türkçenin ileri bir dönemini yansıttığını ve bu çağda dilin bir yazın dili olduğunu..."söylemektedir.
Prof. Dr. Osman Nedim Tuna "Sümer ve Türk Dillerinin Tarihî İlgisi İle Türk Dili'nin Yaşı Meselesi" adlı eserinde, çeşitli ses denkliklerinden (kurallarından) faydalanarak, Sümercedeki 168 kelimenin Türkçe olduğunu iddia etmektedir. Tuna, eserinde bu denklikleri verdikten sonra Türkçenin yaşı ile ilgili şunları söylemektedir: "...Şu halde Türkler daha MÖ en az 3500'lerde bugünkü Türkiye'nin doğusunda oturuyorlardı ve dilleri, Sümerlerle iç içe yaşarken, henüz iki kola ayrılmıştı."
Osman Nedim Tuna, eserinin sonuç bölümünde bütün bu verilerden hareket ederek Türkçenin yaşıyla ilgili şu sonuçlara varmaktadır:
1- Sümercedeki 168 kelime Türkçedir.
2- Türkler en az MÖ 3500'lerde Türkiye'nin Doğu bölgelerinde bulunuyorlardı.
3- Bütün bunlara baktığımızda Türkçe en az 8500 yıllık bir dildir.
4-Bütün dünya dilleri içerisinde yaşayan, yazılı belgeye sahip (Sümerce tabletlerdeki Türkçe kelimeler) en eski dil Türkçedir. Osman Nedim Tuna'nın tespit ve iddialarını bir kenara bırakıp yazılı belgeler açısından ele aldığımızda Türkçe, Ural-Altay dilleri içerisinde en eski yazılı geleneğe sahip olan dil, Avrupa dillerinden ise, Latince ve Yunanca hariç, yine en eski yazı dilidir. Türkçenin, Ural-Altay dillerinin ve bazı Avrupa dillerinin yazılı belgelerini aşağıdaki bilgilerden takip edebiliriz:
Türk dili: En eski yazılı vesikası, Çoyren(Çoyrın) yazıtıdır. Yazılış tarihi MS 688-692'dir
Japonca: MS 712 Nihon Şoki. Ufak bir parçadır. Tarih olarak Türkçeye en yakın Altay dili Japoncadır.
Moğolca: En eski yazılı belgesi MS 1225'ten kalan Yesunka Taşı'dır.
Tunguz dili: Bu dilin bilinen en eski vesikası bugün yaşamayan Çuçen diline aittir ve MS 1413 yılından kalmadır.
Kore dili: Kore dilinin en eski yazılı vesikaları 1443'ten başlayarak karşımıza çıkmaktadır.
İngilizce: En eski vesikası MS 8.yüzyıldan kalma kısa bir vesikadır.
Fransızca-Almanca: MS 843 yılından kalma Serment de Strasbourg anlaşması en eski vesikadır.
Macarca: En eski vesikası 1057 yılından kalan Tihanyi Vakıfnamesidir.
Fince: En eski vesikası tarihi bilinmeyen bir İncil tercümesidir. Bir dilin zenginliği, onun eskiliği, sürekliliği, edebiyat ve bilim dili oluşuyla söz konusu edilebilir. Doğal bir gelişme sürecinden geçmiş ve anormal sayılabilecek herhangi bir durum yaşamamışsa, eski ve sürekli yazılı metinlere sahip olan dillerin, gelişmiş, oturmuş, zengin diller olması gerekir. Bu açılardan bakıldığında Türkçe, bugün edebiyat ve bilim dili olarak kabul edilen birçok dünya dilinden daha eski yazılı metinlere sahip olan, konuşulduğu coğrafyanın büyüklüğü bakımından birinci, ana dili olarak üçüncü ve en çok konuşulan diller arasında beşinci sırada bulunan dünyanın en önemli kültür ve bilim dillerinden biridir.
B- Türk Dilinin Tarihî Devirleri: Türkçenin doğuşu ve tarihî gelişimiyle ilgili iki farklı görüş vardır. Bunlardan birincisi; Türkçenin Ana Hun Dili adı verilen bir dilden doğduğudur ve Türk dilleri müstakil bir dil ailesi oluştururlar. Bu görüşe göre Ana Hun dilinin batı lehçesi bugünkü Çuvaşçayı, kuzey lehçesi bugünkü Yakutçayı, doğu lehçesi de Türk Tatar dillerini yani Çuvaşça ve Yakutça dışındaki Türk dillerini doğurmuştur. Diğer görüş ise, Türk dilinin, Ural-Altay dil ailesinin Altay koluna mensup olduğunu ve bu koldaki diğer dillerle birlikte -Moğolca, Mançu Tunguzca, Japonca(?), Korece(?)- Ana Altayca denilen bir dilden türediğini savunmaktadır. Bu görüş Türkologlar (Türklük bilimciler) tarafından en fazla kabul gören görüştür.
Prof. Dr. Talat Tekin Türk dilinin tarihî dönemlerini şöyle tasnif etmektedir (Bu tasnif daha çok birinci görüşe uygundur):
1. İlk Türkçe dönemi (Aşağı yukarı çağımızın başlarına kadar sürer),
2. Ana Bulgarca ve Ana Türkçe dönemi (Kabaca 1.-6. yüzyıllar arası),
3. Eski Türkçe ve Eski Bulgarca dönemi (Kabaca 6.?11. yüzyıllar arası),
4. Orta Türkçe ve Orta Bulgarca dönemi (Kabaca 11.- 16. yüzyıllar arası),
5. Yeni Türkçe ve Çuvaşça dönemi (16. yüzyıldan bugüne kadar.)
Birçok Türkologun da benimsediği bir başka tasnif de Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu'nun tasnifidir. Caferoğlu Türk dilinin gelişimini, yazı dili öncesi ve sonrasıyla birlikte, şöyle tasnif etmektedir:
1- Altay devri = Türk-Moğol dil birliği
2- En Eski Türkçe devri = Proto Türk dil birliği
3- İlk Türkçe devri
4- Eski Türkçe devri
5- Orta Türkçe devri
6- Yeni Türkçe devri
7- Modern Türkçe devri
1-ALTAY DEVRİ:
Türk-Moğol dil birliği de denilen bu çağ tamamen farazî ve karanlıktır. Bu çağ, ancak Altay dillerinin akrabalığıyla ilgili teoriyi kabul edenlerce düşünülebilir. Bu çağ, Türkçenin, Moğolcanın, Mançu Tunguzcanın ve diğer Altay dillerinin henüz teşekkül etmeden önce ortak bir dil olarak (ANA ALTAYCA) yaşadıkları varsayılan bir dönemdir. Bu dönem tarihin karanlık dönemlerini içine almaktadır.
2-EN ESKİ TÜRKÇE DEVRİ:
Ana Altaycadan ayrılan Türkçenin bağımsız bir dil olarak oluşmaya başladığı varsayılan dönemdir. Bu devreye Türk-Çuvaş dil birliği dönemi veya Proto Türkçe (Ön Türkçe) dönemi de denilmektedir. Bu dönemle de ilgili kesin bir tarih söylemek mümkün değildir. Bazı değerlendirmeler bu dönemi MÖ 8000'li yıllara kadar götürmektedir.
3- İLK TÜRKÇE DEVRİ:
Metinlerle olmasa da Türklüklerinde ittifak edilen kavimlerin veya Türk boylarının dillerini içine alan dönemdir. Hükümdar ve yer adları, yabancı kaynaklarda geçen kelime ve özel adlarla belirlenen Hun, Bulgar, Avar, Hazar vb. Türk kavimlerinin dillerini yani bu Türk lehçelerini buraya sokabiliriz. Türkologlar bu dönemde Türk dilini Batı Türkçesi ve Doğu Türkçesi diye iki bölüme ayırmakta; Batı Türkçesi ile bugünkü Çuvaşcanın temeli olan Bulgar Türkçesini, Doğu Türkçesiyle de Çuvaşça dışındaki diğer bütün Türk dillerinin temelini almaktadırlar.
4- ESKİ TÜRKÇE DEVRİ (VII. XI. Yüzyıl Arası) : Türk yazı dilinin tarihî metinlerle takip edilebilen ilk dönemidir. Bu dönem; A-Köktürk, B-Uygur devresi olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Bazı bilim adamları, Köktürkçe ve Uygurcanın İslamî tesir altında gelişen devamı olan Karahanlı Türkçesini de bu devirde göstermektedir. Fakat biz Karahanlı Türkçesini Orta Türkçe döneminin başlangıcı olarak alacağız.
5- ORTA TÜRKÇE DEVRİ (XI. XVI. Yüzyıl Arası): Türk milletin devlet dini olarak İslamlığı kabulüyle başlattığımız bir devredir. Bu devrede İslam kültür ve medeniyetiyle ilgili ilk eserler verilmeye başlanmıştır. Bu dönemin başında dil, Eski Türkçenin özelliklerini büyük ölçüde korumaktadır. Bu devir; "...Eskiden nispeten toplu bir halde bulunan ve bir yazı dili geleneğini sürdüren Türk boylarının birbirinden ayrılarak, uzak bölgelerde kendi şivelerini yazı dili olarak oluşturmaya başladıkları bir çağdır. Ana yurtta kalan halis Türkçe ile Oğuz ve Kıpçak lehçeleri yazı dili olarak bu devirde ayrılmış ve kendi eserlerini vermeğe başlamışlardır."
Bu devirde karşımıza çıkan Türk lehçeleri şunlardır:
a-Müşterek Ortaasya Türk Lehçeleri (Karahanlı ve Harezm Türkçesi),
b-Kuzey- Doğu Türkçesi (Kuman-Kıpçak, Çağatay, Uygur Türkçeleri),
c-Batı Türkçesi (Eski Anadolu Türkçesi veya Eski Türkiye Türkçesi)
6-YENİ TÜRKÇE DEVRİ (XVI. XX. Yüzyıl Arası): Osmanlı, Azerî, Türkmen, Çağatay (Hive-Hokant lehçeleri), Özbek edebiyatlarının dili bu döneme girer. Orta Türkçe çağında karşımıza çıkan Türk şivelerinin edebiyatlarının bu devirde gelişerek devam ettiğini görmekteyiz. Bir başka deyişle, Orta Türkçe dönemini Türk şivelerinin teşekkül ettiği dönem, Yeni Türkçe dönemini de bu şivelerle meydana getirilen edebiyatların geliştiği dönem olarak nitelendirebiliriz.
7-MODERN (ÇAĞDAŞ) TÜRKÇE DEVRİ (XX. Yüzyıl ve Sonrası) : Bugün içinde yaşadığımız devrin, Türk lehçe, şive ve ağızlarını içine alan dönemdir.
TÜRK YAZI DİLİNİN TARİHÎ GELİŞİMİ
1- ESKİ TÜRKÇE: Türkçeyi yazılı metinlerle ve Türk adıyla takip edebildiğimiz aydınlık bir devirdir. Bu devrin yazı dili, MS 552-745 yılları arasında hüküm sürmüş Köktürklerin ve 745-840 yıllarıarasında hüküm sürmüş Uygurların diline dayanır. Bu sebeple Eski Türkçeyi, Köktürkçe ve Uygurca diye iki döneme ayırıyoruz. Bugün elimizde Köktürklerden kalma taşlar üzerine yazılmış büyüklü küçüklü yazıtlarla, Uygurlardan kalma yazıtlar ve yazma eserler mevcuttur.
a-Köktürkçe: Köktürkler tarihte Türk adıyla devlet kuran ilk Türk topluluğudur. 552 yılında Bumin Kağan'ın kurduğu I. Köktürk devleti 630 yılında Çin'in esaretine girmiş, elli yıl kadar Çin esaretinde kaldıktan sonra 681-682 yıllarında Kutluk Kağan (İlteriş Kağan) önderliğinde Çin'e başkaldırmışlar ve II. Köktürk devletini kurmuşlardır.
Köktürklerden kalan dil yadigârları Köktürklerin bengü (ölümsüz) taş dedikleri, bir çeşit mezar taşları üzerine Köktürk alfabesiyle yazılmış yazılardır. Köktürklerin kullandığı bu alfabenin kaynağı tartışmalıdır. İlk defa Danimarkalı bilgin Vilhelm Thomsen tarafından çözümlenen bu yazıya, Run yazısına olan benzerliğinden dolayı, Runik Türk alfabesi denilmiş ve Köktürklerin bu alfabeyi İskandinav milletlerinden aldığı iddia edilmiştir. Bu iddianın dışında bu alfabenin Hitit yazısıyla ilgisi olduğu; Aramî, Soğd ve Pehlevî yazı sisteminden çıktığı iddiaları da vardır. Bunların yanında Köktürk yazısının Türk damgalarından geliştiği fikri de oldukça kabul görmektedir. Köktürk alfabesinde dört ünlü, otuz bir basit, üç de birleşik ünsüz olmak üzere otuz sekiz (38) işaret (harf) vardır.
Köktürkler döneminden kalan bengü taşların en önemlileri Köktürk hükümdarı Bilge Kağan, kardeşi Kültigin ve vezirleri Tonyukuk adına dikilen yazıtlardır. Bunların dışında büyüklü küçüklü yüz altmış (160) civarında yazıt daha vardır. Prof. Dr. Muharrem Ergin bu yazıtların önemini şu sözlerle ifade ediyor: "Türk adının, Türk milletinin isminin geçtiği ilk Türkçe metin.. İlk Türk tarihi.. Taşlar üzerine yazılmış tarih.. Türk devlet adamlarının millete hesap vermesi, milletle hesaplaşması.. Devlet ve milletin karşılıklı vazifeleri.. Türk milliyetçiliğinin temel kitabı.. Bir kavmi bir millet yapabilecek eser.. Türk dilinin mübarek kaynağı.. Türk yazı dilinin başlangıcını miladın ilk asırlarına çıkartan delil..."
ORHUN ABİDELERİ (KÖKTÜRK YAZITLARI)NDEN
Üze kök teñri asra yagız yir kılındukda ikin ara kişi oglı kılınmış. Kişi oglında üze eçüm apam Bumın Kagan İstemi Kagan olurmuş. Olurupan Türk budunuñ ilin törüsin tuta birmiş, iti birmiş. Tört buluñ kop yagı ermiş. Sü sülepen tört buluñdaki budunug kop almış, kop baz kılmış. Başlıgıg yükündürmiş, tizligig sökürmiş. İlgerü Kadırkan yışka tegi kirü Temir kapıgka tegi kondurmış. İkin ara idi oksuz Kök Türk ança olurur ermiş. Bilge kagan ermiş, alp kagan ermiş. Buyrıkı yime bilge ermiş erinç, alp ermiş erinç. Begleri yime budunı yime tüz ermiş. Anı üçün ilig ança tutmış erinç. İlig tutup törüg itmiş. Özi ança kergek bolmış...
Anda kisre inisi kagan bolmış erinç, oglıtı kagan bolmış erinç. Anda kisre inisi eçisin teg kılınmaduk erinç, oglı kañın teg kılunmaduk erinç. Bilgisiz kagan olurmış erinç, yablak kagan olurmış erinç. Buyrıkı yime bilgisiz erinç, yablak ermiş erinç Begleri budunı tüzsüz üçün Tabgaç budun tebligin kürlüg üçün armakçısın üçün inili eçili kiñşürtükin üçün begli budunlıg yoñşurtukın üçün Türk budun illedük ilin ıçgunı ıdmış, kaganladuk kaganınyitürü ıdmış. Tabgaç budunka beglik urı oglın kul boldı, işilik kız oglın küñ boldı...
...İnim Kül Tigin kergek boldı. Özüm sakındım. Körür közüm körmez teg, bilir biligim bilmez teg boldı. Özüm sakındım. Öd teñri yaşar. Kişi oglı kop ölgeli törümüş. Ança sakındım. Közde yaş kelser tıda köñülte sıgıt kelser yanduru sakındım. İki şad ulayu ini yiginüm oglanım beglerim budunum közi kaşı yablak boldaçı tip sakındım.
TERCÜMESİ
Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insanoğlu kılınmış. İnsanoğlunun üzerine ecdadım Bumın Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturarak Türk milletinin ilini töresini tutuvermiş, düzenleyivermiş. Dört taraf hep düşman imiş. Ordu sevk ederek dört taraftaki milleti hep almış, hep tâbi kılmış. Başlıya baş eğdirmiş, dizliye diz çöktürmüş. Doğuda Kadırkan ormanına kadar, batıda Demir Kapıya kadar kondurmuş. İkisi arasında pek teşkilatsız Köktürk öylece oturuyormuş. Bilgili kağan imiş, cesur kağan imiş. Buyruğu yine bilgili imiş tabii, cesur imiş tabii. Beyleri de milleti de doğru imiş. Onun için ili öylece tutmuş tabii. İli tutup töreyi düzenlemiş. Kendisi öylece vefat etmiş...
Ondan sonra küçük kardeşi kağan olmuş tabii, oğulları kağan olmuş tabii. Ondan sonra küçük kardeşi büyük kardeşi gibi kılınmamış olacak, oğlu babası gibi kılınmamış olacak. Bilgisiz kağan oturmuştur, kötü kağan oturmuştur. Buyruğu da bilgisizmiş tabii, kötü imiş tabii. Beyleri milleti ahenksiz olduğu için, Çin milleti hilekâr ve sahtekâr olduğu için, aldatıcı olduğu için, küçük kardeş ve büyük kardeşi birbirine düşürdüğü için, bey ve milleti karşılıklı çekiştirttiği için, Türk milleti il yaptığı ilini elden çıkarmış, kağan yaptığı kağanını kaybedivermiş. Çin milletine beylik erkek evladı kul oldu, hanımlık kız evladı cariye oldu...
...Küçük kardeşim Kül Tigin vefat etti. Kendim düşünceye daldım. Görür gözüm görmez gibi, bilir aklım bilmez gibi oldu. Kendim düşünceye daldım. Zamanı Tanrı yaşar. İnsanoğlu hep ölmek için türemiş. Öyle düşünceye daldım. Gözden yaş gelse mani olarak, gönülden ağlamak gelse geri çevirerek düşünceye daldım. İki şadın ve küçük kardeş yeğenimin, oğlumun, beylerimin, milletimin gözü kaşı kötü olacak diyip düşünceye daldım.?
ELEGEŞ YAZITI
Kadaşıma, keşime, adak atıma, yıta kara bodunuma adırıltım; yıta. Tört adak yılkım, sekiz adaklıg barımım bungım yok ertim. Bung banga bat ermiş. Öldim; yıta. Sizime yolukayın. .....beriye .......kılınu adırılayın.......bars yılta er...... elim ugrınta sü bolıp erlerim. Edükim yok, aç bildigde bir bertigime sekiz er erdim. Kara bodunum katıglanıng. El törüsü ıdmang. Yıta; elim, kanım. Urungu kölüng Tok Bögü Terkin?ge kanım beg erdim üçün, ben er.... Kürt el kan Alp Urungu, altunlıg keşigin bangtım belde. Elim, tokız kırk yaşım.... Kanım! Elime, sizime yıta bükmedim. Kanım! Elime yıta adırıltım. Kök tengride Gün, Ay azdım. Yıta, sizime adırıltım. Yüz er kadaşım uyarın üçün, yüz eren elig öküzin tegdük üçün, Kuyda konçuyıma, sizime yıta özde oglım sizime adırıltım.
TERCÜMESİ
Akrabamdan, sadağımdan, ayak atımdan, ne çare kara bodunumdan (halkımdan) ayrıldım, ne çare. Dört ayak at sürüm, sekiz ayaklı malım (olduğu için) kederim yok idi. Keder bana çabuk ermiş. Öldüm; ne çare. Sizlere feda olayım. ..... beriye ...... kılınıp ayrılayım ........ pars yılında er ...... ilim (memleketim) uğrunda asker olup erlerim (erlik yaparım). Edigim (ayakkabım) yok; aç (olduğumu) bildikte, bir verdiğime sekiz er idim. Kara bodunum toplanın. İl töresini terk etmeyin. Ne çare; elim, hânım (han, kağan) Urungu Kölüg Tok Bögü Terkin?e hânım bey olduğum için, ben er ...... Kürt ilinin hânı Alp Urungu, altınlı sadağımı bağladım belde. İlim, otuz dokuz yaşım ...... Hânım! İlime, sizlerime ne çare doymadım. Hânım! İlimden ne çare ayrıldım. Mavi gökte güneş, ay gibi kayboldum. Ne çare, sizlerimden ayrıldım. Yüz er akrabamı (kardeşimi, arkadaşımı) uyardığım için, yüz erle elli öküze değdiğimiz (saldırdığımız) için, Kuyda prensesimden, sizlerimden ne çare özde oğlum sizlerimden ayrıldım.
b- Uygurca:
742 yılında Basmıl ve Karluklarla birleşerek Köktürklere karşı ayaklanan Uygurlar Köktürk devletini yıkarak 745 yılında Uygur Kağanlığı?nı kurdular. Ötüken bölgesini bırakarak, Tarım havzasındaki vaha şehirlerine yerleşen Uygurlar, Çin ve Soğdlularla ilişkileri sonucunda konargöçer hayatlarını bırakarak yerleşik hayata geçmişler, Kutluk Bilge Kül Kağan ve oğlu Moyun Çor ile Bögü Kağan zamanında her alanda oldukça güçlü konuma gelmişlerdir. Beşbalık, Bezeklik, Kara-hoço gibi önemli Türk şehirlerini kurmuşlardır. Yerleşik hayatın tesiri ve yaşadıkları bölgenin bir ticaret alanı olması nedeniyle, değişik kültürlerden etkilenmişler, eski inanç sistemini terk ederek Budizm, Maniheizm gibi inançları hatta bir kısmı da Hristiyanlığı benimsemişlerdir. Uygurlardan kalan yazılı metinlerde ve kullandıkları alfabelerde bu inançların izlerini görmek mümkündür. 840 yılında Kırgız Türkleriyle yaptıkları bir savaşta yenilerek dağılan Uygurlar, Doğu Türkistan bölgesine çekilip, Uygur ve Sarı Uygur adlarıyla Çin hâkimiyetindeki bu bölgede halen yaşamaktadırlar.
Uygurcanın yazıya geçirilmesinde; Köktürk alfabesi, Uygur alfabesi, Soğd alfabesi, Mani yazısı, Brahmi yazısı ve Tibet yazısı kullanılmıştır. Uygurlar başlangıçta Köktürk yazısıyla taşlar üzerine yazılar yazarken, daha sonra diğer yazı türlerini kullanarak kâğıtlar üzerine yazılmış metinler oluşturmuşlardır. Hatta tahta üzerine oyulmuş Uygur harfleriyle baskı sistemini kullanmış olmaları nedeniyle; İngiliz Bilgini Carter ve Macar Türkolog Rasonyi matbaanın ilk mucitleri olarak Uygurları kabul etmektedir.
Sogd alfabesinden geliştirildiği sanılan ve sağdan sola doğru yazılan Uygur alfabesinde 18 harf vardır. Birbirine yakın "b, p, f" gibi harfler bir işaretle gösterilmiştir. Türkçenin yazımına pek uygun olmayan bir alfabedir.
Uygurlardan, Köktürk alfabesiyle taşa yazılmış, Taryat yazıtı, Şine Usu yazıtı, Sevrey yazıtı, Kara Balgasun yazıtı, Hoytu Tamir ve Gurbalçin yazıtları günümüze ulaşmıştır. Bunların yanında, Uygur sahasında yapılan kazılarda kâğıt ve ağaç kabuğuna yazılmış, Altun Yaruk, Sekiz Yükmek, Kuanşi im Pusar, Kalyanamkara ve Papamkara gibi din konusunu işleyen binlerce belge ile birçok minyatür bulunmuş, bu eserler çeşitli Avrupa ülkeleri ile Japonya'ya götürülmüştür. Eserlerden bir kısmı Alman Bilginler W. Bang ve Anna Maria von Gabain tarafından Türkische Turfan Texte adıyla yayınlanmıştır.
Uygur Türkçesine örnek olarak Uygur alfabesiyle kaleme alınmış ilk Türk şairi Aprınçur Tigin'in yazdığı Türk şiirinin ilk lirik örneğini verebiliriz:
METİN
"a.........
adıncıg amrak
amrak öz kiem
kasınçıgım o(yü) kadgurar men
kadguruk (ga) kaşı körtlem
kavışıgsayur men
öz amrakımın oyür men
oyü evirir men ödü.../çün
öz amrak(ımın) opügseyür men
barayın tiser kiçigkiem
baru yime umaz men
bagırsakım
kireyin tiser kiçigkiem
kirü yime umaz men
kin yapar yıdlıgım
yaruk tengriler yarlıkaz-ın
yavaşım birle
yakışıpan adrılmalım
küçlüg priştiler küç birz-ün
közi karam birle
külüşügin oluralım"
TERCÜMESİ
"A...... emsalsiz sevgili..... sevgili canım...... Yavuklumu düşünüp, hasret çekiyorum; hasret çektikçe, kaşı güzelim, kavuşmak istiyorum Öz sevgilimi düşünüyorum; düşünüp düşünüp... durdukça sevgilimi öpmek istiyorum! Gideyim desem, güzel sevgilim gidemiyorum da; merhametlim. Gireyim desem küçücüğüm, giremiyorum da; anber, misk kokulum. Nurlu tanrılar buyursun; yumuşak huylum ile birleşerek, bir daha ayrılmayalım. Kudretli melekler kuvvet versin; gözü karam ile güle güle oturalım."
2- ORTA TÜRKÇE: Bu dönemi İslamiyet tesirinde oluşmaya başlayan tarihî Türk şivelerinin başlangıcı olarak görebiliriz. Bu dönemi, Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu?nun yaptığı gibi:
A- Müşterek Orta Asya Türkçesi (Kaşgar Şivesi ?Karahanlı Türkçesi?, Harezm Şivesi ?Türkçesi?),
B- Tarihî Türk yazı dillerinin (şivelerinin) yani; Çağatay, Kıpçak ve Oğuz şivelerine dayanan yazı dillerinin oluştuğu devir olarak tasnif etmemiz doğru olacaktır.
A-Müşterek Orta Asya Türkçesi:
a) Karahanlı Türkçesi: 840?1212 tarihleri arasında, Türkistan ve Maveraünnehir'de hâkimiyet kuran ilk Müslüman Türk devletidir.
Karluk, Çiğil, Yağma ve diğer Türk boylarından meydana gelen Karahanlılar Devleti, devrin İslâm kaynaklarında El-Hâkaniye, El-Haniye, Al-i Afrasiyab; başka eserlerde de, Alp-ilig Hanlar, Arslan-Buğra Hanlar unvanlarıyla anılır. Karahanlılar tabiri, batılı şarkiyatçılar tarafından, bu sülâlenin "kara" unvanını çok kullanmaları sebebiyle verilmiştir. "Kara", Türkçede, kuzey yönünü işaret etmesinin yanında, büyüklük ve yükseklik de ifade eder.
Karahanlılar Devleti, 840 senesinde Uygur Devleti'nin, Kırgızlar tarafından yıkılmasıyla, Orta Asya bozkırlarında, Bilge Kül Kadır Han tarafından kuruldu.
Ünlü hakan Abdülkerim Saltuk Buğra Han?ın İslamiyet?i devlet dini olarak kabul etmesiyle ortaya çıkan İlk Türk-İslam devleti muhitinde oluşan Türkçeye Karahanlı Türkçesi adı verilmektedir. Karahanlı Türkçesi, Uygur Türkçesinin İslamî kültür etkisindeki devamıdır. Bu dönemde Türk-İslam kültürünün en temel eserlerinin verildiğini görmekteyiz. Bu eserlerin başlıcaları şunlardır:
Kutadgu Bilig: ?Kutluluk bilgisi?, ?mutlu olma bilgisi? olarak adlandırabileceğimiz eserin yazarı Balasagunlu Yusuf?tur. Balasagunlu Yusuf, eserini yazdıktan sonra devrin Kaşgar hükümdarı Tabgaç Ulug Buğra Han?a sunmuş, hükümdar eseri çok beğenerek Yusuf?a ?Has Hâcib?lik rütbesi vermiştir. Bu yüzden Balasagunlu Yusuf, daha çok ?Yusuf Has Hâcib? adıyla bilinir.
Manzum olarak ve aruz vezniyle yazılan eser, insana iki dünyada mutlu olmanın yollarını öğretmek gayesiyle kaleme alınmış didaktik (öğretici) bir eserdir. Eserde birbirleriyle çok yakın ilişkileri olan kişi, toplum ve devlet arasındaki ilişkilerin nasıl olması gerektiği anlatılmaktadır. Bu bakımdan eser, aynı zamanda hükümdar ve devlet büyükleri için yazılmış bir ?siyasetname? özelliği taşımaktadır.
Eser, dört ideal kişinin karşılıklı konuşmalarına dayanmaktadır. Bunlar: Adaleti temsil eden ?hükümdar- Küntogdı İlig?, devleti temsil eden ?vezir-Aytoldı?, aklı temsil eden ?vezirin oğlu- Ögdülmiş?, ve kanaati temsil eden ?vezirin akrabası-Odgurmuş?tur.
Günümüze, biri Viyana, biri Kahire, öteki Doğu Türkistan?ın Fergana şehir kitaplığında bulunan üç yazma nüshası ulaşmıştır. Viyana nüshası Uygur harfleriyle, diğer ikisi Arap harfleriyle yazılmıştır.
KUTADGU BİLİG?den
Ay ilig katıglan meniñde kidin
Yava kılma öd kün tapugda adın
Sini armasun dünya devlet bile
Kamug iş içinde könilik tile
Törü tüz yorıtgıl budunka köni
Künüñ edgü bolgay könilik küni
Özüñ otka atma bu dünya üçün
Hava boynı biçgil et özke öçün
Bu dünya begi sen aña bolma kul
Sini kodmaz erken anı kodgu tul
Küvezlenme artuk kötürme köñül
Inanç kılgu ermez bu dünya töñül
Yakın tut özüñke kişi edgüsi
İsizdin yırak tur tokıgay yası
Kişi sukıña birmegil sen işiñ
Vefasız kişike yitürme aşıñ
Tapugka irig bol yazukta tıdın
Saña teggü ermez tabugda adın
?Ey hükümdar, gayret et, benden sonra ömrünü boşuna harcama; ibadetle meşgul ol!
Bu dünya ve devlet seni aldatmasın, bütün işlerde daima doğruluğu göz önünde bulundur!
Halka kanunu doğru ve dürüst tatbik et ki kıyamet gününde bahtiyar olasın!
Bu dünya için kendini ateşe atma; vücuttan öcünü al, nefsin boynunu kopar!
Sen bu dünyanın beyisin, ona kul olma; o seni bırakmadan, sen onu dul bırak!
Fazla kibir ve gurura kapılma; bu dünyaya güven olmaz, sen ondan vazgeç!
İyi insanları kendine yakın tut; kötülerden uzak dur, zararları dokunur.
İşini insanların harisine tevdi etme, yemeğini nankör insanlara yedirme.
İbadette gayretli ol, günahtan sakın; sana ahirette ancak ibadetin faydası dokunur.?
Divânü Lûgat-it Türk: Asıl adı Mahmud bin Hüseyin bin Muhammed olan ve ?Kaşgarlı Mahmud? adıyla tanınan büyük Türk bilgininin yazdığı Türkçenin ilk sözlüğüdür.
Eser Müslüman halklara, özellikle, Araplara Türkçe öğretmek gayesiyle kaleme alınmış Türkçe-Arapça bir sözlüktür. Kitabın malzemesi Türkçe olmakla birlikte, Arapçanın gramerine uygun bir yöntemle yazılmıştır. Kaşgarlı Mahmud eserinde kelimeleri tek tek açıklarken örnek cümleler, atasözleri, manzum parçalar da verir. Bazen kişi adları, yer adları ile bunlarla ilgili açıklama ve hikâyelere de yer vermiştir. Eserin, günümüze Kaşgarlı Mahmud?dan sonra kopya edilmiş tek nüshası ulaşmıştır.
?DİVANÜ LÜGATİ?T-TÜRK?ten
Biz, şu kitabı yazdığımızda dört yüz altmış altı (466) senesinin Muharrem ayı idi, yılan yılı girmişti. Bu yıl geçip de 467 yılı olunca yund yılı girecekti. Hesap, sana gösterdiğim üzere olacaktır.
Türkler, bu yılların her birinde bir hikmet var sanarak onunla fal tutarlar, uğur sayarlar; söz gelimi: Ud yılı girdiğinde savaş çoğalırmış; çünkü öküzler birbiriyle vuruşurlar, tos yaparlar. Takagu yılında yiyecek çok olur, ancak insanlar arasında karışıklık çıkarmış; çünkü tavuğun yemi danedir; daneyi bulabilmek için çöpleri, kırıntıları biribirine karıştırır. Timsah yılı girdiğinde yağmur çok yağar, bolluk olurmuş; çünkü timsah suda yaşar. Domuz yılı girince kar ve soğuk çok olur, kargaşalık çıkarmış. Böylece Türkler, her yıl bir şey olacağına inanırlar. Türklerde haftanın yedi gününün adı yoktur; çünkü hafta denilen şey İslamlıktan sonra bilinmiştir.
Ayların adlarına gelince: Şehirlerde Arapça ad kullanılır. Göçebe olan ve Müslüman bulunmayan Türkler, yılı dört ayrıma bölerek ad verirler. Yılın geçmesi bununla bilinir: Yenigün(nevruz)den sonra ilkbahara oğlak ay, sonra uluğ oğlak ay derler; çünkü bu ikinci parçada oğlak büyür. Bundan sonra ulug ay denir; çünkü bu parça yaz ortasıdır; yeryüzünde nimet bolarır, hayvanlar büyür, süt çoğalır; başkası da böyledir. Az kullanıldığı için öbür adı söylemiyorum sen anla!
Türlüg çeçek yarıldı Türlü türlü çiçekler açıldı
Barçın yadım kerildi İpekten döşeğim serildi
Uçmak yeri körüldi Cennet yeri görüldü
Tumlug yana kelgüsüz Soğuk tekrar gelecek değildir
Kurt kuş kamug tirildi Kurt kuş hep dirildi
Erker tişi tirildi Erkek dişi toplandı
Ögür alıp tarıldı Bölük bölük olup dağıldı
Yınka yana kirgüsüz Artık ine girecek değiller
Atebetü?l-Hakâyık (Hakikatlerin Eşiği):
Edip Ahmet Yüknekî tarafından yazılan bu eser, fertlerin terbiyesi için düzenlenmiş bir ahlâk kitabıdır. Dinî ve tasavvufî konuların anlatıldığı bu eser, aruz ölçüsüyle manzum olarak kaleme alınmıştır. Dili sadedir. Kitapta; bilginin yararı, cahilliğin zararı, dili (sözü) gözetmenin önemi, cimriliğin kötülüğü, cömertliğin iyiliği, alçak gönüllüğünün güzelliği, kibrin kötülüğü gibi konular işlenmiştir. Eserin XII. Yüzyılda yazıldığı sanılmaktadır.
ATABETÜ?L -HAKÂYIK?TAN (Dilin muhafazası hakkında)
eşitgil biliglig negü tip ayur
edebler başı til küdezmek tiyür
tiling bekte tutgıl tişing sınmasun
kalı çıksa bektin tişingni sıyur
sanıp sözlegen er sözi söz sagı
öküş yangsagan til unulmaz yagı
sözüng başlag ıdma yıga tut tiling
yeter başka bir kün bu til başlagı
TERCÜMESİ
Dinle, bilgili ne diyor:
edeplerin başı, dili gözetmektir;
dilini muhâfaza altında tut, dişin kırılmasın
eğer muhâfaza altından çıkarsa, dişini kırar.
Düşünerek konuşan adamın sözü, sözün iyisidir;
Çok gevezelik eden dil, karşı konulmaz bir düşmandır.
Sözünü, başı boş bırakma; dilini sıkı tut;
dilin başı boşluğu bir gün başa belâ olur.?
Oğuz Kağan Destanı: Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu Uygur harfleriyle yazılmış ?Oğuz Kağan Destanı?nı da ?Kaşgar şivesi? eseri sayar. Hun hükümdarı Motun (Mete)?nun hayatı etrafında oluşan Oğuz Kağan Destanı, ilk defa bu dönemde sözlü gelenekten yazıya geçirilmiştir.
Uygur yazısıyla yazılmış Oğuz (Uğuz) Kağan (Han) Destanı?nın hangi devirde yazıya geçirildiği meselesi tartışmalıdır. Mesela Poul Pelliot; bu destanın ?Turfan?da 1300 yıllarına doğru Uygur harfleriyle kaleme alındığını ve bu metnin XV. yüzyılda bir Kırgız bölgesinde, hemen hemen yalnızca imlâ olarak değiştirilip düzenlendiği...? fikrindedir.
?OĞUZ KAĞAN DESTANI?ndan
kene çaşkarun kalmasun, kim, bellüg bolsun, kim: oguz kagannung çanıda ak sakallug, moz saçlug, uzun uslug bir kart kişi turur bar idi. ukgulug, tüzün bir yir irdi, tüşimel irdi, anung atı ulug türük irdi. künlerde bir kün uykuda bir altun ya kördi; takı üç kümüş ok kördi. bu altun ya kün togışıdın ta kün batuşıgaça tegen irdi. takı bu üç kümüş ok tün yanggakka kite turur irdi. uykudun song tüşde körgenin oguz kaganga biltürdi; takı tedi, kim: ay kaganum, senge çaşgu bolsungıl tüzün, ay kaganum senge; türlük bolsungıl tüzün: negü kök tengri birdi tüşümde kiltürsün; tala turur yirni urugungga birtürsün,tep tedi.
oguz kagan ulug türüknüng sözün yakşı kördi, ögütün tiledi; ögütüge köre kıldı. andın song irte bolupta agalarnı, inilerni, çarlap kiltürdi. takı aytdı, kim; ay, mening köngülüm avnı tilep turur; karı bolgumdın mening kakızlukum yok turur. kün, ay, yultuz tang sarıga senler barung; kök, tag, tengiz tün sarıga senler barung, tep tedi.
andın song üçegüsü tang sarıga bardılar; takı üçegüsü tün sarıga bardılar.
kün, ay, yultuz köp kikler, köp kuşlar avlagularıdın song çolda bir altun yanı çapdılar; aldılar, atasıga birdiler. oguz kagan sivindi, küldi. takı yanı üç buzgulug kıldı. takı aytdı, kim; ay agalar, ya bolsun senlernüng; ya teg oklarını kökkeçe atung, tep tedi.
kene andın song kök, tag, tengiz köp kikler, köp kuşlar avlagularıdın song çolda üç kümüş oknı çapdılar; aldılar, atasıga birdiler. oguz kagan sivindi, küldi. takı oklarını üçüge üleştürdi. takı ayttı kim: ay iniler, oklar bolsun senlernüng; ya atdı oknı, oklar teg senler bolung, tep tedi.
kene andın song oguz kagan ulug kurıltay çakırdı. nökerlerin, il künlerin çarlap çakırdı; kilip kingeşip olturdılar. oguz kagan bedük ordu........ ong yakıda kırık kulaç ıgaçnı tiktürdi. anung başıda bir altun taguk koydı; adakıda bir ak koyun bagladı. çong yakıda kırık kulaç agaçnı tiktürdi. anung başıda bir kümüş taguk koydu; adakıda bir kara koyunu bagladı. ong yakda buzuklar olturdı. çong yakda üç oklar olturdı. kırık kün, kırık kiçe aşadılar, içdiler; sivinç tapdılar.
andın song oguz kagan ogullarıga yurtın eliştürüp birdi. takı tedi kim:
ay ogullar , köp men aşdum, uruşgular köp men kördüm; çıda bile ok köp attdum, aygır birle köp yürüdüm; düşmanlarını ıglagurdum, dostlarımnu men kültürdüm, kök tengrige men ötedim; senlerge bire men yurdum tep tedi...
TERCÜMESİ
"Yine söylemeden kalmasın ve belli olsun ki, Oğuz Kağan?ın yanında ak sakallı, kır saçlı, uzun tecrübeli bir ihtiyar vardı. O, anlayışlı ve asil bir adamdı. Oğuz Kağan?ın nazırı idi. Adı Uluğ Türük idi. Günlerden bir gün uykuda bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Bu altın yay gün doğusundan ta gün batısına kadar ulaşmıştı ve üç gümüş ok da şimale doğru gidiyordu. Uykudan uyanınca düşte gördüğünü Oğuz Kağan?a anlattı ve dedi ki: Ey kağanım, senin ömrün hoş olsun, ey kağanım, senin hayatın hoş olsun. Gök Tanrı düşümde verdiğini hakikate çıkarsın. Tanrı dünyayı senin uğruna bağışlasın!
Oğuz Kağan Uluğ Türük?ün sözünü beğendi; onun öğüdünü dinledi ve öğüdüne göre yaptı. Ondan sonra sabah olunca büyük ve küçük oğullarını çağırttı ve: Benim gönlüm avlanmak istiyor. İhtiyar olduğum için benim artık cesaretim yoktur; Gün, Ay ve Yıldız, doğu tarafına siz gidin; Gök, Dağ ve Deniz sizler de batı tarafına gidin dedi.
Ondan sonra üçü doğu tarafına, üçü de batı tarafına gittiler.
Gün, Ay ve Yıldız çok av ve kuş avladıktan sonra, yolda bir altın yay buldular; onu aldılar ve babalarına verdiler. Oğuz Kağan sevindi, güldü, yayı üçe böldü ve: Ey büyük (oğullarım) yay sizlerin olsun; yay gibi okları göğe kadar atın dedi.
Gök, Dağ ve Deniz çok av ve çok kuş avladıktan sonra, yolda üç gümüş ok buldular; aldılar ve babalarına verdiler. Oğuz Kağan sevindi, güldü, okları üçe üleştirdi ve: Ey küçük (oğullarım) oklar sizlerin olsun. Yay oku attı; sizler de ok gibi olun dedi.
Ondan sonra Oğuz Kağan büyük kurultay topladı. Maiyetini ve halkını çağırttı. Onlar geldiler ve müşavere ettiler. Oğuz Kağan büyük ordugâh...... sağ yanına kırk kulaç direk diktirdi; üstüne bir altın tavuk koydu; altına bir ak koyun bağladı; sol yanına kırk kulaç direk diktirdi. Üstüne bir gümüş tavuk koydu; dibine bir kara koyun bağladı. Sağ yanda Bozuklar oturdu; sol yanda Üç Oklar oturdu. Kırk gün, kırk gece yediler, içtiler ve sevindiler.
Sonra Oğuz Kağan oğullarına yurdunu üleştirip verdi ve;
Ey oğullarım, ben çok aştım; çok vuruşmalar gördüm; çok kargı ve çok ok attım; atla çok yürüdüm; düşmanları ağlattım; dostlarımı güldürdüm. Ben Gök Tanrıya (borcumu) ödedim. Şimdi yurdumu size veriyorum dedi..."
b-Harezm Türkçesi: Hazar?ın doğusundan Aral Gölü?ne kadar uzanan topraklar tarihî Türk yurdu olan Harezm bölgesidir. XI. Yüzyıl sonlarında Harezm bölgesinde kurulan Türk devleti Harezmşahlar devletidir. XI. Yüzyıldan itibaren bu bölgede yazı dili olarak kullanılan Türkçeye de Harezm Türkçesi denilmektedir.
Bölge Büyük Selçuklu Devletinin valileri tarafından yönetilmekte iken, Vali Anuştegin oğlu Kutbeddin Muhammed Harezmşah bağımsızlığını ilan etti. Aral gölünden Doğu İran ve Horasan?a kadar geniş topraklarda hüküm süren Harezmşahların Türk dünyasına en büyük katkısı batıya doğru yayılmak isteyen Moğol akınlarını bir müddet geciktirmeye muvaffak olmalarıdır. Harezmşahların son ve en ünlü hükümdarı Celâleddin Harezmşah 1230 yılında vefat edince Harezmşahlar Devleti de son buldu.
Aral gölü çevresinde özellikle Hive merkez olan Harezm Türkçesi, lehçe itibariyle daha çok Kanklı-Kıpçak ve Oğuz unsurlarına dayanır. Harezm Türkçesi yazı dili Harezm?in kuzeyindeki Altın Ordu (Orda) bölgesinde yazı dili olarak kabul edilmiştir. Harezm Türkçesinden kalan önemli eserler şunlardır:
Dîvân-ı Hikmet: Ünlü Türk mutasavvıfı Ahmet Yesevî?ye ait hikmetlerin toplandığı bir eserdir. Eser, sözlü rivayetlerle uzanagelmiş ve kendi devrinde yazıya geçirilmemiş olduğu için Harezm Türkçesinin özelliklerini tam olarak taşımaz.
DİVAN-I HİKMET?TEN
Bu dünyada yaratılğan mahluklarğa
İmdi bildim tiriğlik (hem) bolmas irmiş
Bu ölümning şerbetidür açığ şerbet
Cümle âdem içmey andın kalmas irmiş
Yolğa kadem koysang dostlar azuk alıp
Ecel kilse asığ kılmas sakal yolup
Bu dünyanı mallarını hâsıl kılıp
Rüşvet birseng Melekü?l-mevt almas irmiş
Kârvân eger köçer boysa azuk alur
Sûd u ziyân bolğanını anda bilür
Azuksızın yolğa kirgen yolda kalur
Yükin yüklep yolğa kirgen kalmas irmis
TERCÜMESİ
Bu dünyada yaratılan mahlûklara
Şimdi bildim, dirilik hem olmaz imiş.
Bu ölümün şerbetidir acı şerbet,
Hep insanlar içmeden ondan kalmaz imiş.
Yola ayak koysan dostlar, azık alıp,
Ecel gelse, fayda kılmaz, sakal yolup;
Bu dünyanın mallarını hasıl kılıp,
Rüşvet versen, Melekü?l-mevt almaz imiş.
Kervan eğer göçer olsa, azık alır;
Azıksızın yola giren yolda kalır;
Kâr ve zarar olduğunu o zaman bilir;
Yükünü yükleyip yola giren kalmaz imiş.
Diğer eserler: ?Kıssasul Enbiya (yazarı Nâsır Rabguzi), Nehcü?l Feradis (yazarı Mahmud bin Ali es-Sarayî ve?l-Kerderî), Mi?rac-nâme (Melik Bahşı tarafından kopya edilmiştir), Muinü?l-Mürid (Şeyh Şerif Hoca tarafından yazılmıştır), Muhabbet-nâme (Harezmî tarafından yazılmıştır).
Orta Türkçenin bu iki döneminden sonra, özellikle, Türk milletinin doğudaki ana yurtlarından ayrılarak Hazar denizinin kuzeyinden ve güneyinden, kuzey ve batıya (güney batı) doğru gitmeleri ve yeni kültür merkezlerinin meydana gelmesi sonucu farklı lehçeler, yazı dilleri meydana gelmiştir. Bu sebeple Türk dili daha XII. XIII. yüzyıldan itibaren Kuzey Doğu ve Batı Türkçesi diye adlandırdığımız iki ana kola ayrılmıştı. Biz bu iki kolu ve bu kollarda oluşan Türk yazı dillerini Orta Türkçe, Yeni Türkçe ve Modern Türkçeyi içine alan bir zaman çizgisinde genel hatlarıyla tanıtacağız:
B-Kuzey- Doğu Türkçesi: Hazar denizinin kuzeyinde ve doğuda kullanılan Türkçedir. Daha çok Eski Türkçenin özelliklerini koruyup geliştiren bu yazı dilini, Kuzey ve Doğu Türkçesi diye iki grupta inceleyebiliriz: a- Kuzey Türkçesi: Hazar denizinin kuzeyini takip ederek, batıya yayılan Türk boylarının konuştuğu dildir. Bu dile ?Kıpçak Türkçesi? veya ?Tatarca? da denilir. Bu edebî dil, önemli ürünlerini yayıldığı sahanın(kuzey) aksine Mısır ve Suriye coğrafyasında vermiştir. Bunun sebebi de Altınordu devletine bağlanmayan bir kısım Kıpçak Türk?ü köle olarak bu bölgelere götürülmüş ve bu bölgedeki diğer Türk unsurlarıyla birleşerek Mısırda ?Memlûklular (Kölemenler)? devletini kurmuş olmalarıdır. Kıpçak Türkçesi eserlerini Mısır Suriye, Altınordu ve Ermeni Kıpçakçası sahalarında takip edebiliriz.
Kıpçak Türkçesinden kalan en önemli eser, Codex Cumanicus?tur. Bu eser Kıpçaklara Hrıstiyanlığı öğretmek gayesiyle İtalyan tüccarları ve Alman rahipleri tarafından kaleme alınmış derlemelerdir. Eser, Gotik yazısıyla yazılmıştır. Latince ve Almanca yazılmış iki bölümden oluşmaktadır.
Mısır-Suriye (Memlûk) Kıpçakçasından kalan eserlerin birçoğu ise Araplara Türkçe öğretmek maksadıyla yazılmış kitaplar ve özellikle, Arapça ve Farsçadan yapılan tercüme eserlerdir. Bunların önemlileri şunlardır: ?Tercümanû Türkî ve Arabî, Kitâbu?l-İdraak li Lisânu?l-etrak, Et-tuhfetu?z-zekiyye fi?l-Lügati?t-Türkiyye, Kitab-ı Bulgati?t-müştak fi Lügati?t-Türk ve?l-Kıfçak, El- Karaninü?l külliye li Zabti?l-Lügati?t-Türkiyye?
Altınordu Kıpçakçasından ise ?Seyfi-i Sarayî?nin Gülistan Tercümesi?, ?Kutb?un Husrev ü Şirin?i? gibi eserler günümüze ulaşmıştır.
Ermeni Kıpçakçasından ise bazı Ermeni cemaatlerine ait dini vesikalar vardır.
b-Doğu Türkçesi: Doğuda bulunan bu yazı dili Harezm Türkçesinin de devamıdır. Cengiz Han?ın ikinci oğlu Çağatay?a izafeten ?Çağatay Türkçesi? denilmektedir. XV. yüzyıldan XX. yüzyıla kadar devam etmiş, XX. yüzyıldan itibaren yerini Batı Türkistan?da ?Özbek Türkçesine?, Doğu Türkistan?da da ?Yeni Uygurca?ya bırakmıştır.
Çağatay Türkçesini ?ilk Çağatay devri, klasik Çağatay devrinin başlangıcı, klasik Çağatay devri, klasik devrin devamı, duraklama ve gerileme devirleri? olarak çeşitli dönemlere ayırmamız mümkündür.
Çağatay Türkçesiyle eser veren önemli şahsiyetler şunlardır: Sekkakî, Haydar Tilbe, Mevlana Lutfî, Yusuf Emirî, Seydi Ahmet Mirza, Gedaî, Hüseyn-i Baykara, Babur, Ali Şir Nevaî.
Bu şahsiyetler içerisinde Klasik Çağatay Devrine damgasını vuran kişi Ali Şir Nevaî?dir:
Ali Şir Nevaî: Timur?un oğulları zamanında Orta Asya?da gelişen Türk Çağatay edebiyatının en büyük şairlerinden biridir. Yalnız Çağatay edebiyatının değil, şair, âlim ve büyük devlet adamı olarak, bütün Türk edebiyatı ve medeniyetinin de en mühim simalarındandır.
Nevaî, 9 Şubat 1441?de Herat?ta doğmuştur. Herat sarayında, büyük bir itibar görerek, önce, mühürdarlık görevine getirilmiş, kendisine vezirlik ve bir müddet sonra da emir unvanı verilmiştir. Nevaî, şair, âlim, sanatkâr ve devlet adamı olarak, yaşadığı dönemde kendisinin ve Hüseyn-i Baykara?nın üstün gayretleriyle Herat ve çevresini ilim, kültür ve edebiyat merkezi haline getirmiştir. 3 Ocak 1501?de Herat?ta vefat etmiştir.
Ali Şir Nevaî, birçok kıymetli esere sahiptir, ancak bunlar içerisinde Türk dili ve kültürü açısından en önemli eseri ?Muhakemetü?l-Lûgateyn?dir.
Muhakemetü?l- Lûgateyn: ?İki dilin mukayesesi? anlamına gelen bu kitap, Nevaî?nin şuurlu Türkçülüğüne en büyük delildir. Eser nesir halinde kaleme alınmıştır. İran kültür ve edebiyatının tesiri altında kalarak ya tamamen Farsça yazan veya lüzumundan fazla Farsça kullanan Türk şair ve ediplerine karşı millî bir tepki olarak vücuda getirilmiş bir eserdir. Nevaî, eserinde, Türklerin İranlılardan daha üstün bir millet olduğunu ve Türkçenin Farsçadan daha zengin bir dil olduğunu isbata çalışır.
C- Batı Türkçesi: Hazar denizinin güneyinden geçerek, batıya gelip yerleşen Oğuz Türklerinin oluşturduğu yazı dilidir. Türk dilinin en verimli sahasıdır. XIII. yüzyıldan itibaren kesintisiz olarak edebî ürünler vermiştir. Batı Türkçesinin XIII. yüzyıl ile XV. yüzyılları kapsayan ilk dönemine ?Eski Türkiye Türkçesi/ Eski Anadolu Türkçesi?, XVI. Yüzyıl ile XX. yüzyılın başlarına kadarki dönemine ?Osmanlı Türkçesi/ Osmanlıca?, XX. yüzyılın başlarından başlayıp günümüzde de devam eden dönemine de ?Türkiye Türkçesi? adı verilmektedir.
Oğuz Türklerinin vatanı çok geniş bir coğrafyaya yayıldığı için, XVII.- XVIII. yüzyıldan itibaren Oğuzca, kendi içinde Doğu ve Batı Oğuzca?sı diye iki kola ayrılmıştır. Doğu Oğuzcası Azerî Türkçesi, Batı Oğuzcası ise Osmanlı Türkçesidir. Bu iki kol arasındaki temel fark Azerî Türkçesinde Kuzey ve Doğu Türkçesinin daha tesirli olmasıdır. Ancak Azerî ve Osmanlı Türkçesindeki farklar çok küçük olup daha çok söyleyişteki farklılıklar şeklindedir.
Doğu Oğuzcası (Azerî Türkçesi); Azerbaycan, Kafkasya, Doğu Anadolu ve Kuzey Irak?ta konuşulurken, Osmanlı Türkçesi ise; Doğu Anadolu?nun bir kısmı hariç Anadolu?da, Kıbrıs, Rumeli ve Balkanlar?da konuşulmaktadır. Şimdi Batı Türkçesinin tarihî gelişimine ana hatlarıyla göz atalım:
Eski Türkiye Türkçesi (Eski Anadolu Türkçesi): Batı Türkçesinin ilk devresi olan bu dönem, XIII. yüzyıldan XV. yüzyılın sonuna kadar devam etmiştir. Bu dönem Selçuklular, Anadolu Beylikleri ve İlk Osmanlı dönemlerini (İstanbul?un fethine kadarki dönem) kapsamaktadır. Türklerin XIV. yüzyıldan itibaren Avrupa?ya yayılmaları ve geniş bir coğrafyada hüküm sürmeleri sebebiyle bu dönem ?Eski Türkiye Türkçesi? adıyla anılmaktadır. Eski Türkiye Türkçesi gramer şekilleri bakımından Eski Türkçe?nin de izlerini taşır. Bu yüzden bu döneme, Batı Türkçesinin ?geçiş ve oluşum dönemi? de diyebiliriz. Bu dönemde Osmanlı Türkçesi ile Azerî Türkçesi kesin olarak birbirinden ayrılmamışlardır. Geçiş dönemi olması sebebiyle ?ben-men, bin-min, ayak-ayah? gibi karışık kullanımlar karşımıza çıkmaktadır. Bu dönemde Arapça ve Farsça henüz Türkçe üzerinde fazla etkili değildir. Ancak yavaş yavaş bu yabancı unsurların dilimize girdiği görülmektedir.
Özellikle beylikler döneminde Selçuklu döneminin aksine, Türkçeye sahip çıkma şuuru gelişmiş, Türkçenin işlenmesi ve edebî dil olması yolunda gayretler sarf edilmiştir. Bu noktada Karamanoğlu Mehmet Bey?in Türkçeyi devlet dili yapma gayretini ve 15 Mayıs 1277?deki ?Şimden geru divanda, dergâhta, bârigâhta, meclisde ve meydanda Türkçeden başka bir dil kullanılmayacaktır? fermanını da hatırlamak lazımdır.
Bu dönemin önemli edip ve şairleri şunlardır: ? Ahmed Fakih, Şeyyad Hamza, Yunus Emre, Gülşehri, Âşık Paşa, Hoca Mesud, Ahmedî, Şeyhî, Ahmed-i Daî...?
?YUNUS EMRE?den
İlim ilim bilmekdür ilim kendin bilmekdür
Sen kendüni bilmezsin yâ nice okumakdur
Okumakdan ma?ni ne kişi Hakk?ı bilmekdür
Çün okudun bilmezsin ha bir kurı emekdür
Okıdum bildüm dime çok tâat kıldum dime
Eri Hak bilmezisen abes yire yilmekdür
Dört kitabun ma?nisi bellüdür bir elifde
Sen elif dirsin hoca ma?nisi ne dimekdür
Yûnus Emre dir hoca girekse var bin hacca
Hepisinden eyüce bir gönüle girmekdür?
*Ayrıca Oğuz Türklerinin en önemli edebî ürünlerinden olan ve on iki hikâyeden ibaret Kitab-ı Dede Korkut âlâ Lisân-ı Taife-i Oguzan (Dede Korkut Kitabı) da bu dönemin sonlarında Azerî Türkçesiyle yazıya geçirilmiştir. Eserin günümüze ulaşmış iki nüshası vardır. Biri on iki hikâyeden ibaret Dresten nüshası, diğeri altı hikâyeden ibaret Vatikan nüshasıdır. Vatikan nüshasındaki altı hikâye, Dresten nüshasında bir iki kelime ve cümle ayrılığıyla aynen mevcuttur.
?DEDE KORKUT KİTABI?ndan
DUHA KOCA OĞLI DELÜ DUMRUL BOYINI BEYÂN İDER HANUM HEY
Meger hanum, Oğuzda Duha Koca oğlı Delü Dumrul dirler idi bir er var-idi. Bir kuru çayuñ üzerine bir köpri yapdurmış-idi. Kiçeninden otuz üç akça alur-idi, kiçmeyeninden döge döge kırk akça alur-idi. Bunı niçün böyle ider-idi? Anuñ-içün-ki menden delü menden güçlü er var-mıdur ki çıka menüm-ile savaşa dir-idi, menüm erligüm bahadırlığum cılasunluğum yigitligüm Ruma Şama gide çavlana dir-idi.
Meger bir gün köprisinüñ yamacında bir bölük oba konmış idi. ol obada bir yahşı hub yigit sayru düşmiş idi. Allah emri-y-ile ol yigit öldi. Kimi oğul diyü, kimi kartaş diyü ağladı. Ol yigit üzerine möhkem kara şiven oldı. Nagâhandan Delü Dumrul çapar yetdi. Aydur: Mere kavatlar ne ağlarsız, menüm köprim yanında bu gavga nedür, niye şiven idersiz didi. Aytdılar: Hanum bir yahşı yigidümüz öldi, aña ağlaruz didiler. Delü Dumrul aydur: Mere yigidüñüzi kim öldürdi?
Aytdılar: Vallah big yigit Allah Ta??ladan buyruk oldı, al kanatlu ?Azr??il ol yigüdün canın aldı. Delü Dumrul aydur: Mere ?Azr??il didügüñüz ne kişidür kim adamuñ canın alur, y? k?dir Allah birlügüñ varlığuñ hakkı-y-içün ?Azr??ili menüm gözüme göstergil, savaşayım çekişeyim dürişeyim, yahşı yigüdün canın almaya didi. Kaytdı döndi Delü Dumrul ivine geldi.
Hak Ta??laya Dumruluñ sözi hoş gelmedi. Bak bak mere delü kavat menüm birligüm bilmez, birlügüme şükür kılmaz, menüm ulu dergâhımda geze menlik eyleye didi. ?Azr??ile buyruk eyledi kim y? ?Azr??il var, dahı ol delü kavatuñ gözine göringil, beñzini sarartgıl didi, canını hırlatgıl, algıl didi....
...Dedem Korkut gelüben boy boyladı soy soyladı. Bu boy Delü Dumruluñ olsun, menden soñra alp ozanlar söylesün, alnı açuk cömerd erenler diñlesün didi. Yöm vireyim hanum: Yirli kara tağlaruñ yıkılmasun, kölgelüçe kaba ağacuñ kesülmesün, kamın akan görklü suyun kurımasun, k?dir Tañrı seni n?merde muhtaç itmesün, ağ alnuñda biş kelime du?a kılduk olsun kabul, yığışdursun dürişdürsün günahuñuzı adı görklü Muhammede bağışlasun hanum hey!"
YENİ TÜRKÇE DÖNEMİ
Osmanlı Türkçesi: XVI. yüzyıl ile XX. yüzyıl arasındaki dönemdir. Bu dönemde Türkçe, yabancı dillerin, özellikle, Arapça ve Farsçanın bozucu etkisinde kalmıştır. Dilimize bu dönemde, yabancı kelimelerin yanı sıra yabancı dil kuralları da girmiştir. Bu dönemde halkın kullandığı dil ve halk edebiyatı geleneğini sürdüren şairlerin dili sade Türkçe olurken, yazı dilimiz Arapça ve Farsçanın tesirinde kalmıştır. Öyle ki, Türkçe; Arapça, Farsça ve Türkçeden oluşmuş bir dil haline gelmiştir.
Özellikle düz yazıda kullanılan dil, sanat merakı ve özenti yüzünden tamamen anlaşılmaz bir hale gelmişti. Bu dönem, İstanbul?un fethinden imparatorluğun sonuna kadar yaklaşık beş yüz yıl sürmüştür.
MODERN TÜRKÇE DÖNEMİ
Türkiye Türkçesi: Batı Türkçesinin üçüncü devresidir. 1908 Meşrutiyetiyle başlar. Bu dönemde özellikle, ?Yeni Lisan? hareketiyle başlayan dilde sadeleşme çabaları etkili olmuş, hareket Cumhuriyet devrinde M. Kemal Atatürk?ün gayret ve teşvikleriyle olumlu mesafeler kat etmiştir. Türkiye Türkçesi gramer yönünden Osmanlı Türkçesinden farksız olmakla birlikte, bu dönemde yabancı dil kaideleri, yabancı tamlamalar terkedilmiştir. Dilimizdeki Arapça ve Farsça kelimeler de gittikçe azalmaktadır.
?LİSAN
Güzel dil, Türkçe bize,
Başka dil, gece bize
İstanbul konuşması
En saf, en ince bize
Uydurma söz yapmayız,
Yapma yola sapmayız.
Türkçeleşmiş, Türkçedir;
Eski köke tapmayız.
Turan?ın bir ili var.
Ve yalnız bir dili var.
?Başka dil var...? diyenin
Başka bir emeli var.
Türklüğün vicdanı bir,
Dini bir, vatanı bir;
Fakat hepsi ayrılır,
Olmazsa lisanı bir.?
Ziya GÖKALP
TÜRK DİLİNİN BUGÜNKÜ DURUMU VE YAYILMA ALANLARI
Türk milletinin yaşadığı coğrafya sürekli değişmiştir. Çünkü Türk milleti, dünyanın en hareketli milletlerinin başında gelmektedir. Türkler, anayurtlarından zaman zaman dalgalar halinde batıya doğru hareket etmişlerdir. Bu hareketlerinde, iki ana yol izlemişlerdir. Bunlardan birisi Hazar denizinin kuzeyinden, diğeri de Hazar denizinin güneyinden batıya gitmektedir.
Bu göçlerde kuzey yönünü kullanan Türk toplulukları, maalesef, varlıklarını korumakta başarı gösterememişler, birçoğu gittikleri bölgelerde asimile olarak tarih sahnesinden silinmişlerdir. Güney yolunu takip eden Oğuz (Türkmen) Türkleri ise büyük devletler (Osmanlı devleti, Selçuklu devleti) kurarak Türk kültür ve medeniyetinin koruyucusu, geliştiricisi ve yayıcısı olmuşlardır. İşte bu hareketli hayat macerası, bugünkü Türk coğrafyasının da çok geniş bir alana yayılmasına sebep olmuştur. Bugün Türkler ana hatlarıyla; ?Balkanlardan Büyük Okyanus?a, Kuzey Buz Denizi?nden Tibet?e? kadar olan sahada yaşarlar. Türklerin yaşadığı bu alanın içinde şu ülkeler bulunmaktadır: Çin, Moğolistan, Rusya Federasyonu, Ukrayna, Moldovya, Romanya, Makedonya, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan, Yunanistan, Suriye, Irak, İran, Tacikistan, Afganistan, Polonya, Türkiye, Azerbaycan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan.
Bu kadar geniş bir coğrafyada yaşayan Türklerin konuşmalarında bölgelerine göre farklılıklar vardır. Bu farklılıklar; ?lehçe, şive, ağız? farklılıklarıdır. Şimdi bu terimleri açıklayalım:
LEHÇE: Bir dilin, bilinmeyen, karanlık bir devresinde, kendisinden ayrılmış olan ses, şekil ve kelime farklılıkları gösteren ve yeni bir dil olma yolu tutan kollarına ?lehçe? denir. ?Çuvaş Türkçesi-Çuvaşça? ve ?Yakut Türkçesi-Yakutça? Türkçenin iki lehçesidir.
?YAKUT TÜRKÇESİNDEN
BİHİGİ DOYUUBUT
Saha sire bert kien doydu. Manna elbek oyuurdar, kayalar, ulahan örüster, elbeh, ürehter, küoller baalar. Bihigi örüsterbit barı hotu tüheller. Saamay ulahan örüspüt Lena kini uhuna tüort tııhınça bies süüs kilometr. Kini emie Hotugu muustaah muorağa tüher. Yakutskay kuorat Lenağa turar. Bihigi doydubut bert tımnı doydu, sılga ağıs ıy muus, haar turar, Hotu sürdeek buurğalar tüheller. Onno üş ıyga kün tahsıbat, üş ıyga kün kiirbet...
TERCÜMESİ
Saha(Yakut) yeri, çok geniş ülke. Orada birçok ormanlar, dağlar, büyük ırmaklar, birçok sular ve göller var. Bizim ırmaklarımız hepsi kuzeye akar. En büyük ırmağımız Lena. Onun uzunluğu döt bin beş yüz kilometre. O da Kuzey Buz Denizi?ne akar. Yakutskay şehri Lena?dadır. Bizim ülkemiz çok soğuk ülke, yılda sekiz ay buz, kardır. Kuzeye korkunç kar fırtınaları düşer. Orada üç ay güneş doğmaz, üç ay gün girmez...?
ŞİVE (YAKIN LEHÇE): Bir dilin, bilinen tarihî seyri içinde ayrılmış olup, bazı ses ve şekil ayrılıkları gösteren kollarına şive denir. Şivelerden geriye doğru gidersek hepsi bir noktada birleşir. Azerî Türkçesi, Türkmen Türkçesi, Kırgız Türkçesi, Kazak Türkçesi, Türkiye Türkçesi vs. birer şivedir.
Türkiye T. | Azeri T. | Özbek T. | Uygur T. | Tatar T. |
yıldız | ıldız/ulduz | yolduz | yıldız | yulduz |
diş | diş | tiş | çiş | tiş |
saç | saç | çåç | saç | çaç |
döşek | düşek | düşåk | düşek | tüşek |
karın | garın | kårın | kerin | karın |
! Son zamanlarda ?şive? sözcüğü sadece söyleyiş farklılıkları için kullanılmakta, bu terim yerine daha çok ?lehçe? terimi söylenmektedir. Lehçe de kendi içinde; ?uzak lehçe (lehçe)?, ?yakın lehçe (şive)? diye ayrılmaktadır. Bu görüşe göre Çuvaş ve Yakut Türkçeleri uzak lehçe, Diğer Türk yazı dilleri de yakın lehçe (şive)dir.
AĞIZ: Bir şive içinde mevcut olan ve söyleyiş farklılıklarına dayanan küçük kollara; bir memleketin çeşitli bölge ve şehirlerinin kelimeleri söyleyiş bakımından birbirinden ayrı konuşmalarına ağız denir. Türkiye Türkçesinin; Trabzon ağzı, Elazığ ağzı, Malatya ağzı, Kayseri ağzı gibi her yöresinin ağızları vardır. İstanbul ağzı yazı dilimizin temeli olmuştur.
?ELAZIĞ (Ağın) AĞZINDAN
gelin: gaynanam gara mesti gaynana: gaynanalar kötü mü
ogluna beni kesti yeter yedin etimi
kesti de baan netti gelinler eyi olsun ki
birez suratıni asti her gün verem metini
gelin: istemeye geldin bize gaynana: eve getürdüm gelini
ben layıh midim size içerime doldurdun yaluni
baan kötülük edirsin ama madem baan garşu gelirsin
heç mi bahmayacahsın yüz yüze arı sohsun dilini
gelin: halbura goydim oti
benim gaynanam çok köti
evliyadan gız alsa
gine der gelinim köti?
Türk dünyası çeşitli şekillerde tasnif edilmektedir. Bunlardan en çok kabul göreni şudur:
1. Altay-Sibirya Türkleri: Altay, Baraba, Çulım, Dolgan, Hakas, Karagas, Koybal, Kumandi, Sabir, Sagay, Şor, Telengit, Televüt, Tobol, Tofalar, Tuva ve Yakut Türkleri.
2. Batı Türkleri: Ahıska, Azerbaycan, Balkan (Batı Trakya, Bulgaristan, Romanya, Eski Yugoslavya), Irak, İran (Afşar, Azerî, Halaç, Hamse, Horasanî, Boçagcı, Kaçar, Karacadağ, Karagözlü, Karakoyunlu, Karapapak, Karayi, Kaşgay, Şahseven), Kıbrıs, On İki Adalar, Suriye ve Türkiye Türkleri.
3. Doğu Avrupa Türkleri: Gagauz, İdil- Ural (Başkurt, Türkmen, Çuvaş, Kazan, Mişer), Kafkasya (Karaçay-Malkar, Kumuk, Nogay, Stavropol Türkmenleri), Karayim, Kırım (Kırım Tatarları, Belorusya Tatarları, Litvanya Tatarları, Polonya Tatarları, Kırımçak) Türkleri.
4. Türkistan Türkleri: Afganistan, Doğu Türkistan (Kazak, Kırgız, Salar, Sarı Uygur, Uygur), Karakalpak, Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen Türkleri.
Ayrıca yönlere göre yapılan tasnifte de Türk dünyası karşımıza şöyle çıkmaktadır:
A. Batı Türklüğü: Türkiye Türkleri, Rumeli (Yunanistan, Bulgaristan, Eski Yugoslavya, Moldova) Türkleri, Kıbrıs Türkleri, Suriye Türkleri, Irak Türkleri, Azerbaycan (Kuzey Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan ve İran?daki Güney Azerbaycan) Türkleri.
B. Doğu Türklüğü: Batı Türkistan Türkleri (İran?ın Horasan bölgesinde, Afganistan?ın kuzeyinde ve Rusya Federasyonu?nda yaşayan Türkler ile Türkmen, Özbek, Karakalpak, Kazak, Kırgız Türkleri), Doğu Türkistan Türkleri ( Çin?in batı bölgesinde, Doğu Türkistan?da bulunan Uygur ve Kazak Türkleri).
C. Kuzey Türklüğü: Sibirya Türkleri (Yakutlar), Abakan Türkleri (Tuvalar ve Hakaslar), Altay Türkleri, İdil-Ural Türkleri (Kazan ve Batı Sibirya Tatarları, Başkurtlar, Çuvaşlar), Kafkas Türkleri (Kafkasların kuzeyindeKaraçay-Malkar, Nogay ve Kumuk Türkleri), Kırım Türkleri, Karay Türkleri (Polonya ve Litvanyada).
Bütün bu sahalarda konuşulan Türk dili, üç lehçede toplanır:
1. Yakut Türkçesi (Yakutça),
2. Çuvaş Türkçesi (Çuvaşça),
3. Türkçe (Yakut ve Çuvaş lehçeleri dışındaki Türk yazı dilleri, şiveleri veya yakın lehçeleri).
1. Yakut Türkçesi (Yakutça): Rusya Federasyonu?na bağlı Yakutistan özerk bölgesinde yaşayan Yakut Türklerinin nüfusu 1.000.000 civarındadır. Yakut Türklerinin çoğu Ortodoks Hrıstiyan, bir kısmı Şaman, küçük bir kısmı da Müslümandır. Başkentleri Yakutsk?tur. Yakutça yüzyıllar boyunca konuşma dili olarak yaşamış, ancak XIX., XX. yüzyıllarda yazı dili haline gelmiştir.
2. Çuvaş Türkçesi (Çuvaşça): Büyük kısmı Rusya Federasyonu?na bağlı Çuvaşistan özerk bölgesinde yaşayan Çuvaşların çoğunluğu Ortodoks Hrıstiyan, bir kısmı da Müslümandır. Çuvaşistan özerk bölgesinin dışında Tataristan ve Başkurdistan?da da Çuvaşlar bulunmaktadır. Çuvaşların toplam nüfusu, 4.300.000 kadardır. Çuvaş Türkçesi, Eski Batı Türkçesinin ?Bulgar Türkçesi? kolunun devamıdır. Çuvaşça da Yakutça gibi ancak XIX, XX. yüzyıllarda yazı dili haline gelebilmiştir.
3. Türkçe: Yakutça ve Çuvaşça dışında kalan Türkçenin ?yakın lehçeleri?ni (şivelerini) şöyle tasnif edebiliriz:
A- Batı (Güneybatı) Türkçesi:
a) Türkiye Türkçesi: Türkiye, Irak, Suriye, Kıbrıs, Yunanistan, Bulgaristan, Eski Yugoslavya ve Almanya başta olmak üzere Türkiye Türklerinin bulunduğu ülkelerde konuşulur. 69.000.000 kişi konuşmaktadır.
b) Gagauz Türkçesi: Moldovya (Gagauz özerk bölgesi), Ukrayna, Romanya ve Bulgaristan?da toplam 247.164 kişi konuşmaktadır.
c) Azerbaycan Türkçesi: Kuzey Azerbaycan, İran (Güney Azerbaycan), Gürcistan ve Türkiye?de toplam 24.791.106 kişi konuşmaktadır.
ç) Türkmen Türkçesi: Türkmenistan, İran (Horasan), Afganistan ve Pakistan?da toplam 4.018.297 kişi konuşmaktadır.
B- Doğu (Kuzey-Doğu) Türkçesi:
a) Özbek Türkçesi: Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Afganistan, Tacikistan ve Pakistan?da 21.000.000 kişi konuşmaktadır.
b) Uygur Türkçesi: Çin (Doğu Türkistan), Kazakistan ve Rusya?da 17.000.000 kişi konuşmaktadır.
c) Kazak Türkçesi: Kazakistan, Moğolistan ve Doğu Türkistan?da 11.000.000 kişi konuşmaktadır.
ç) Karakalpak Türkçesi: Özbekistan (Karakalpak özerk bölgesinde) 600.000 kişi konuşmaktadır.
d) Kırgız Türkçesi: Kırgızistan ve Doğu Türkistan?da 3.300.000 kişi konuşmaktadır.
e) Kazan ve Kırım Tatar Türkçesi: Tataristan, Başkurdistan ve Kırım?da 16.000.000 kişi konuşmaktadır.
f) Başkurt Türkçesi: Başkurdistan, Tataristan ve Rusya?da 2.500.000 kişi konuşmaktadır.
g) Nogay Türkçesi: Kuzey Kafkasya?da (Rusya) 300.000 kişi konuşmaktadır.
ğ) Karaçay Türkçesi: Kuzey Kafkasya?da (Rusya) 400.000 kişi konuşmaktadır.
h) Malkar Türkçesi: Kuzey Kafkasya?da (Rusya) 200.000 kişi konuşmaktadır.
ı) Kumuk Türkçesi: Kuzey Kafkasya?da (Rusya) 282.178 kişi konuşmaktadır.
i) Altay Türkçesi: Altay özek bölgesinde (Rusya) 180.000 kişi konuşmaktadır.
j) Hakas (Abakan) Türkçesi: Hakas bölgesi (Rusya) ve Çin?in Kansu Eyaletinde 150.000 kişi konuşmaktadır.
k) Tuva Türkçesi: Tuva bölgesi (Rusya) ve Moğolistan?da 300.000 kişi konuşmaktadır.
l) Karay Türkçesi: Polonya ve Litvanya?da konuşulmaktadır.
Burada bahsedilmeyen diğer ülkelerdeki 8.900.000 insanla birlikte Türkçe konuşan insanların sayısı 183.218.745?tir. Bu rakamlar Sovyet Rusya?daki 1989 nüfus sayımına ve 1995?teki tespitlere göre verilmiştir. Dolayısıyla bugün bu nüfusun en az 190 ila 200 milyon dolayında olduğu tahmin edilmektedir. Bu Türk nüfusunun %98?i Müslüman %2?si de diğer din ve inanç (Ortodoks Hrıstiyan, Budist, Musevî, Şaman vs.) sistemlerine mensuptur.
Türk dünyasının kullandığı alfabeler de şunlardır: Türkiye, Kıbrıs, Yunanistan, Bulgaristan ve Eski Yugoslavya?daki Türkler Latin alfabesini; Çin, İran, Afganistan, Irak ve Suriye?deki Türkler Arap alfabesini kullanmaktadırlar. Rusya Federasyonu?na bağlı özerk Türk cumhuriyetlerinde genellikle Kiril alfabesi kullanılırken, Sovyetler Birliği?nden ayrılan bağımsız Türk cumhuriyetlerinde hali hazırda Kiril alfabesi kullanılmakla birlikte, bunların Latin alfabesine geçme çabaları sürmektedir. Son olarak 2001 yılında Azerbaycan Cumhuriyeti kabül ettiği bir kanunla Kiril alfabesini bırakmış ve Latin alfabesine geçmiştir. Türk dünyasında kurulacak bir sosyal, ekonomik ve kültürel birliğin tesisinde alfabe birliğinin temel unsur olacağı açıktır. Bu yüzden en kısa zamanda bütün Türk dünyasının ?Latin Esaslı Türk Alfabesi?nde birleşeceğini umuyoruz.
YAKIN TÜRK LEHÇELERİNDEN (ŞİVELERİNDEN) ÖRNEK METİNLER*
Azerbaycan Türkçesi Örneği
ANA DİLİ
Dil açanda ilk defa ?ana? söylerik biz,
?Ana dili? adlanır bizim ilk dersliyimiz.
İlk mahnımız laylanı anamız öz südüyle
İçirir ruhumuza bu dilde gile-gile.
Bu dil bizim ruhumuz, eşkimiz, canımızdır.
Bu dil birbirimizle ahd ü peymânımızdır.
Bu dil tanıtmış bize bu dünyada her şeyi,
Bu dil- ecdadımızın bize miras verdiği
Gıymetli hazinedir... Onu gözlerimiz tek
Goruyup nesillere biz de hediye verek.
Türkmen Türkçesi Örneği
MALI BOLMASA
Goç yigidin adı çıkmaz, Koç yiğidin adı çıkmaz,
Dövleti, malı bolmasa. Devleti malı olmasa.
Endişeli iş bitirmez, Endişeli, iş bitirmez,
Meydanda deli bolmasa. Meydanda deli olmasa.
Bolmasa yigidin züryadı, Olmasa yiğidin zürriyeti
Ölende tutulmaz adı, Ölende tutulmaz adı
Tutaşmaz sınanın odı, Tutuşmaz sinenin odu,
Başda hıyalı bolmasa. Başta hayali olmasa.
Algır kuşlar öye çapmaz, Yırtıcı kuş eve saldırmaz,
Hünersiz öz sırtın yapmaz, Hünersiz, öz sırtını örtmez,
Merekede orun tapmaz, Cemiyette bir yer bulmaz,
Aklı, kemalı bolmasa. Aklı, kemalı olmasa.
Özbek Türkçesi Örneği
KÖNGÜL GÖNÜL
Köngül, sen munçalar nege Gönül sen buncalar niye
Kişenler birle dostlaşdıng? Zincirlerle dost oldun?
Ne feryadıng, ne dadıng bar, Ne feryadın, ne sesin var,
Neçün sen munça sustlaşdıng? Niçin sen bunca suskunlaştın?
Tatar Türkçesi Örneği
CIRLARIM TÜRKÜLERİM
Cırlarım, séz şıtıp yöregémde Türkülerim, siz yeşerip yüreğimde
İl kırında çeçek atıgız! İlimin çevresinde çiçek açtınız!
Küpmé bulsa sézde köç hem yalkın Ne kadar varsa sizde güç ve alev
Şulkaderlé cirde xakkıgız! O kadar vardır yerde hakkınız.
TÜRK DİL BİLGİSİ
Dil bilgisi veya gramer, bir dili bütün yönleriyle inceleyen bilim dalıdır. Dil, çeşitli birliklerden oluşan karmaşık bir yapıdır. Ses, hece, kelime, kökler, ekler, kelime grupları, cümleler vs. dilin bu karmaşık yapısı içinde karşımıza çıkan kavramlardır. İşte, dil birlikleri dediğimiz bu ögelerin kendilerine has şekilleri, görevleri, anlamları, yapıları vs. vardır. Dil bilgisinin temel görevi, bu dil birliklerini, çeşitli yönlerden incelemek ve kanunları tespit etmektir.
Dil bilgisinin dilin seslerini inceleyen bölümüne, ?ses bilgisi(fonetik); kelime ve şekillerin; kelimelerin, köklerin ve eklerin yapısını, görevini inceleyen bölümüne, ?şekil bilgisi (morfoloji)?; kelime ve şekillerin anlamları üzerinde duran bölümüne, ?anlam bilgisi (semantik)?; kelimelerin birbirleriyle olan ilişkilerini ve cümle yapısını inceleyen bölümüne ?cümle bilgisi (sentaks)? ; kelime şekillerin kaynağını inceleyen bölümüne de ?köken bilgisi (etimoloji)? denir.
Bu kısımdan itibaren Türkiye Türkçesinin, ses bilgisi, şekil bilgisi, anlam bilgisi ve cümle bilgisini inceleyeceğiz.
1. SES BİLGİSİ (FONETİK):
?Ses bilim, insan dilinin seslerinin nasıl meydana getirildiğini, ne gibi nitelikleri olduğunu, ses dalgalarıyla nasıl aktarılarak dinleyene nasıl ulaştırıldığını, dinleyenin bu sesleri alışını, kısacası, dilin ve bildirişmenin ses yönünü inceleyen bilimdir.?38 Ses bilim yalnızca belli bir dili ses bakımından incelerse buna da ?ses bilgisi? denir.
A- SES ve SESİN OLUŞMASI: Dil denince akla ilk gelen sestir. Çünkü dildeki en küçük gramer birliğinden, en büyük gramer birliğine kadar dili meydana getiren her unsur, ses denilen dilin en temel ögesinden oluşmaktadır. Bütün diller, o dildeki seslerin belirli kurallarla bir araya gelmesiyle oluşur.
Ses; en basit tanımıyla ?akciğerlerden gelen havanın etkisiyle, ses organlarında oluşan ve yayılarak kulak yoluyla duyulan titreşimdir?. Kâinatta, canlı ve cansız, her varlık mutlaka ses çıkarır. Bir taşın yuvarlanırken çıkardığı ses, suyun akarken çıkardığı ses, rüzgârın sesi, kuş sesi, köpek sesi vs. Bu seslerin her biri birbirinden farklıdır. Ancak bu sesler içerisinde insan sesi, bütün diğerlerinden farklıdır. Çünkü insan sesi sadece duyguyla değil, akıl ve düşünceyle de oluşturulur.
Akciğerlerdeki havanın ağız ve burun yoluyla çıkarılması sırasında oluşan ses ?ham ses? yani ?seda?dır. Seda, dilbilgisine göre hiçbir şey ifade etmez. Seda ağızda özel bir amaç ve gayretle istenen kalıba dökülür ve işlenirse ?ses? haline gelir. Yani ses, sedanın yontulmuş, tesviyeden geçmiş, kalıplaşmış, kısaca bir amaç için işlenmiş şeklidir. Bunu daha kısa şöyle de söyleyebiliriz: Ses, isteğe göre şekillenmiş sedadır.?
Seda, ağız içerisinde, ses yolunda, çeşitli boğumlanmalara uğrayarak işlenmiş dilin en temel unsuru olan sese dönüşür. Hayvanlar boğumlanma yapamadıkları için seslerini birbirine yakın sedalar halinde çıkarırlar.
Ses tellerindeki hava titreşimi sırasında meydana gelen değişiklikler ?perde? denilen ?kalınlık-incelik? farkını meydana getirir. Artan sesin perdesi yüksek (ince), azalan sesin perdesi düşük (kalın) olur. Kadın ve çocuk sesi ile erkek sesi arasında bu perde farkı vardır. Kadın sesi yüksek perdeli (ince), erkek sesi ise düşük perdeli (kalın)dir. Aynı perdeden sesler arasında da ?ton? farkı vardır. Bir kadın sesini, diğer bir kadın sesinden ton farkıyla ayırt edebiliriz.
Yazıda sesleri karşılamak için kullanılan işaretlere ?harf? denir. Harfler, sesler kadar zengin değildir. O yüzden dilde asıl olan sestir. Mesela çeşitli dönemlerde Türkçedeki ?a? sesini göstermek için farklı işaretler (harfler) kullanılmıştır. Yani tarih içinde ?a? harfi değişmiş ama ?a? sesi değişmemiştir. Bu da sesin dilin ana ögesi olduğunun göstergesidir.
Bir dildeki sesleri karşılayan harflerin belirli bir sıra içerisinde oluşturduğu tabloya ?alfabe? denir. Her milletin kendine has bir alfabesi vardır. Buna, ?millî alfabe? denir. Diller, bu alfabeyi kendilerine göre türetirler veya mevcut bir alfabeyi alarak kendi ses yapılarına uydururlar. Türk milleti tarih boyunca çok çeşitli alfabeler kullanmıştır. "Köktürk alfabesi, Uygur alfabesi, Arap alfabesi ve Latin alfabesi? bunlar içinde en önemlileridir. Bugün Türkiye Türkçesinde ?Latin Esaslı Türk Alfabesi? ni kullanmaktayız. Türk dünyasında yaygın olarak: Latin alfabesi, Arap alfabesi ve Kiril alfabesi kullanılmaktadır.
Türkçede otuz altı (36) ses vardır. Ancak bugün kullandığımız Latin esaslı alfabede yirmi dokuz (29) harf bulunmaktadır. Bunlar: ?a, b, c, ç, d, e, f, g, ğ, h, ı, i, j, k, l, m, n, o, ö, p, r, s, ş, t, u, ü, v, y, z? harfleridir. Bunlardan sekiz (8)i ünlü (a, e, ı, i, o, ö, u, ü), geri kalan yirmi bir (21) tanesi de ünsüzdür.
a) Ünlüler (Vokaller): Ünlü sesler, ses yolunda herhangi bir boğumlanmaya uğramadan, bir çırpıda çıkarılabilen seslerdir. Türkçede on (10) tane ünlü vardır. Bunlar: ?a, e, ı, i, o, ö, u, ü, ince a ve kapalı ?? sesleridir. Türkiye Türkçesinin alfabesinde ise bu ünlülerden sekiz (8)i kullanılmaktadır. İnce a sesi ve kapalı ? sesi yazıda farklı bir harfle gösterilmez.
İnce a sesi yabancı asıllı kelimelerin son hecesinde bulunur. ?dikkat, hakikat, şefkat, harp vs.? Bu sözcüklere ek getirildiğinde ekin ince ünlülü olmasının sebebi de bu ince a sesidir: ?dikkati, hakikate, şefkatin, harpler gibi?.
Kapalı ? sesi yazıda farklı bir ses olarak yazılmasa da Türkçe kelimelerde, özellikle de Türkçe kelimelerin ilk hecelerinde çok sık karşımıza çıkar. Bu sesi normal e sesinden şu örnekle daha iyi ayırabiliriz: Tutma organımızı ifade eden ?el? kelimesi ile ?memleket veya yabancı? manalarında kullanılan ?el? kelimesinin söylenişlerine dikkat ettiğimizde, memleket veya yabancı manasında kullandığımız el kelimesinin ünlüsünün ?e? ile ?i? arasında bir ses olduğunu görürüz. İşte kapalı ? dediğimiz ses bu sestir. Kapalı ? sesi genellikle eski ?i? sesinden gelmektedir: il > ?l, dimek > d?mek, virdi > v?rdi, itmek > ?tmek, giçmek > g?çmek örneklerinde olduğu gibi.
Türkçe, ünlüler açısından, dünyanın en zengin dillerinden biridir. Dünyanın önde gelen birçok dilinde bu sayı 3, 5?i geçmemektedir. Ünlüler dilin en rahat kullanılabilen sesleridir. Bu açıdan Türkçedeki bu ünlü zenginliği onun ahengini, müzikalitesini ve kullanım gücünü yükseltmektedir.
İnce a ve kapalı ? dışındaki sekiz (8) ünlü, Türkçenin asıl ve yaygın ünlülerdir.
Ünlülerin Sınıflandırılması: Türkçede ünlüler arasında bir takım yakınlıklar ve benzerlikler vardır. Ünlüler dil sesleridir. Yalnız başlarına söylenebilirler ve hece oluşturabilirler. İşte bu benzerliklere göre de belirli gruplara ayrılırlar. Bu yakınlık ve benzerlikler Türkçenin ses yapısıyla ilgili kuralların oluşmasında da etkilidir. Bu yüzden ünlülerin bu tasnifini bilmek lazımdır. Türkçedeki ünlüler: ?Teşekkül (oluşum) noktalarına göre, açıklık ve kapalılıklarına göre, dudakların durumuna göre? olmak üzere üç şekilde tasnif edilirler.
1. Teşekkül Noktalarına (Kalınlık ?İnceliklerine) Göre Ünlüler: Ünlüler aslında dil sesleridir ve oluşum noktaları dilin üzerinde sıralanır. Türkçedeki ünlülerin bir kısmı dilin ön yarısında, bir kısmı da dilin arka yarısında oluşurlar.
Dilin kabararak geriye çekilmiş durumunda meydana gelen ünlülere ?kalın ünlüler? denir. Bunlara ?art ünlüler? de denilir. Kalın ünlüler: ?a, ı, o, u? ünlüleridir. Oluşum noktaları açısından dilin en arkasından ortaya doğru bu ünlüler şöyle sıralanır: u, o, ı, a.
Dilin ileri sürülmüş durumunda meydana gelen ünlüler ise ?ince ünlüler?dir. Bunlar da ?e, i, ö, ü? ünlüleridir. Bu ünlülerden ?i? ve ?ü? ünlüleri dilin uç tarafında oluşurken, ?e? ve ?ö? ünlüleri bunların arkasında, dilin ortasına yakın yerde oluşurlar.
2. Açıklık-Kapalılıklarına (Genişlik- darlıklarına) Göre Ünlüler: Ünlülerin genişlik ve darlıkları, meydana gelişleri sırasındaki çenenin açıklığıyla ilgilidir. Alt çene çok düşükken, başka bir deyişle ağız boşluğu genişken çıkarılan ünlülere ?geniş ünlüler?, çene açıklığı azken çıkarılan ünlülere de ?dar ünlüler? denilir. Bu tanıma göre ?a, e, o, ö? ünlüleri geniş, ?ı, i, u, ü? ünlüleri de dar ünlülerdir.
3. Dudakların Durumuna (Düzlük-Yuvarlaklıklarına) Göre Ünlüler: Ünlülerin düzlük ve yuvarlaklıkları söylenişleri sırasında dudağın aldığı biçimle ilgilidir. Söyleniş sırasında dudağın düz ve yayvan olduğu ünlüler, ?düz ünlüler?; dudağın yuvarlak ve büzülmüş olduğu ünlüler de ?yuvarlak ünlüler?dir. Buna göre; ?a, e, ı, i? ünlüleri düz, ?o, ö, u, ü,? ünlüleri de yuvarlak ünlülerdir.
Ünlülerimizi bahsettiğimiz özelliklerine göre aşağıdaki tabloda gösterebiliriz:
DÜZ | YUVARLAK | |||
GENİŞ | DAR | GENİŞ | DAR | |
KALIN | a | ı | o | u |
İNCE | e | i | ö | ü |
b) Ünsüzler (Konsonantlar): Dilde tek başlarına söylenemeyen, ancak bir ünlüyle beraber ortaya çıkabilen seslerdir. Ünsüzler, ses yolunun genel olarak daralma ve bazen kapanıp açılma durumlarında meydana gelirler.
Bugün Türkiye Türkçesinde yirmi altı (26) ünsüz vardır. Ancak bunlardan üçü tamamen ağızlarda görülmekteyken, geriye kalan yirmi üçü de edebî dilde mevcuttur. Alfabemiz de ise bu sesler yirmi bir (21) harfle gösterilmektedir. Türkiye Türkçesinde mevcut olan bu yirmi üç ünsüz ses şunlardır: b (bin), c (canlı), ç (çocuk), d (adım), f (fıkırdama), g(e) (gece), g(ı) (gaga), ğ(ı) (düğün), h (hani), j (jilet), k(a) (kaçakçı), k(e) (kendi), l (el), m (demir), n (ninni), p (çeper), r (aramak), s (sevgi), ş (işçi), t (Türk), v (vermek), y (yalnız), z (boğaz).
Sadece ağızlarda görülen üç ünsüzse şunlardır: hırıltılı h (çıhar, yatah, yoh gibi), nazal ñ (babañ, deñiz, seniñ gibi) ve sedasız y (yh) (gittiyh, feleyh gibi).
Yazı dilinde kullandığımız yirmi bir ünsüz ses, ünlülerde olduğu gibi kendi aralarında birtakım yakınlıklar ve benzerlikler gösterirler. Bu yakınlık ve benzerliklere göre ünsüzler:
?Sedaları bakımından?, ?teşekkül noktaları bakımından?, ?temas dereceleri bakımından? ve ?hava yolu bakımından? sınıflandırılırlar.
1. Sedaları Bakımından Ünsüzler: Sedaları bakımından ünsüzler, ?sedalı-yumuşak? ve ?sedasız-sert? ünsüzler olmak üzere ikiye ayrılırlar.
Sedalı (yumuşak) ünsüzler aynı ünlüler gibi, söylenirken ses tellerini titretirler, seslerini ses tellerinin titreşiminden alırlar.
Sedasız (sert) ünsüzlerde ise ses telleri titreşmez. Bunlar seslerini çarpma ve sürtünmeden alırlar.
Dilimizdeki sedalı (yumuşak) ünsüzler: b, c, d, g, ğ, j, l, m, n, r, v, y, z; sedasız (sert) ünsüzler de ç, f, h, k, p, s, ş, t ünsüzleridir.
2. Teşekkül (Oluşum) Noktaları Bakımından Ünsüzler: Ünsüzlerin oluşum noktaları ses tellerinden dudaklara kadar uzanan yolun çeşitli yerlerinde sıralanır. Bu yoldaki teşekkül noktaları ve bu noktalara göre ünsüzlerin tasnifi şöyledir:
a) Dudak Ünsüzleri: Bu ünsüzler dudakların temasıyla oluşur: b, p, m ünsüzleri dudakta oluşurlar.
b) Diş-Dudak Ünsüzleri: Alt dudağın üst ön dişlere temasıyla oluşan ?f, v? ünsüzleridir.
c) Diş Ünsüzleri: Dilin ucunun veya ön tarafının üst ön dişlerin arkasına veya diş yuvalarına teması veya yaklaşmasıyla oluşan ?d, t, n, s, z? ünsüzleridir.
ç) Damak- Diş ünsüzleri: Dilin ucunun veya ön tarafının diş yuvası veya ön damağa teması veya yaklaşmasıyla oluşan ?c, ç, j, ş? ünsüzleridir.
d) Ön Damak Ünsüzleri: Dilin ucunun veya ortasının ön damağa yaklaşması veya temasıyla oluşan ?g(e), k(e), l, r, y? ünsüzleridir.
e) Arka Damak Ünsüzleri: Dilin arka tarafının arka damağa yaklaşması veya temasıyla oluşan ?g(ı), ğ(ı), k(a), hırıltılı h, nazal ñ? ünsüzleridir.
3. Temas Dereceleri Bakımından Ünsüzler: Bu sınıflandırmada, ünsüzler meydana gelirken ses yolunun tamamen kapalı olup ani bir patlamayla açılmasına veya ses yolunun tamamen kapalı olmamasına bakılır.
Meydana gelişleri sırasında ses yolunun tamamen kapalı olup bir anda açıldığı ünsüzlere ?süreksiz (patlayıcı)? ünsüzler, ses yolunun tamamen kapalı olmadığı ünsüzlere ise ?sürekli (sızıcı)? ünsüzler denir. Sürekli (sızıcı) ünsüzleri uzatarak söylemek mümkünken, süreksiz (patlayıcı) ünsüzler bir çırpıda şekillenmektedir.
Dilimizdeki süreksiz (patlayıcı) ünsüzler: b, c, ç, d, g(e), k(e), g(ı), k(a), p, t, ünsüzleri, sürekli (sızıcı) ünsüzler de: f, j, h, l, r, s, ş, m, n, v, y, z, ğ(ı) ünsüzleridir.
B) TÜRKÇENİN SESLERLE İLGİLİ KURALLARI
Türkçede kelime kök ve gövdeleri ile ekler arasında, ses bakımından birtakım uyumlar vardır. Başka bir deyişle, Türkçe kelimelerde sesler, belirli kurallarda bir araya gelebilirler. Bu da Türkçedeki ses uyumlarını oluşturur. Türkçedeki belli başlı ses uyumları şunlardır:
1. ÜNLÜ UYUMLARI: Türkçe kelimelerde ünlülerin belirli bir kurala dayalı olarak bir araya gelmeleri ünlü uyumlarını oluşturmaktadır. Ünlü uyumları; ?Büyük Ünlü Uyumu (kalınlık-incelik uyumu- dil benzeşmesi), ve ?Küçük Ünlü Uyumu (düzlük-yuvarlaklık uyumu- dudak benzeşmesi? olmak üzere iki grupta incelenmektedir.
a) Büyük Ünlü Uyumu (Kalınlık- İncelik Uyumu veya Dil Benzeşmesi): Türkçeyi yazılı belgelerle takip edebildiğimiz en eski döneminden beri var olan Türkçenin en temel ses özelliğidir. Bu uyuma göre; ?Türkçe bir kelimenin ilk hecesinde kalın bir ünlü (a, ı, o, u) varsa, daha sonraki hecelerde de kalın ünlüler olmalıdır. İlk hecede ince bir ünlü (e, i, ö, ü) varsa sonraki hecelerde de ince ünlü olmalıdır?.
? uzaklardan, düşünür, bilinmez, kurmuşlar, işlemiş, denizciler vb.? sözcüklerde bu uyumu görebiliriz.
Türkçe kelimelere ek getirilirken kelimenin son hecesindeki ünlüye göre getirilir. Son hecedeki ünlü inceyse ekin ünlüsü ince, kalınsa ekin ünlüsü kalın olur: ?ağlayacağız, bekleyin gibi?
Dilimize yabancı dillerden girmiş (Türkçeleşmiş) kelimelerde bu uyum olmayabilir. Ancak bu kelimeler de ek alırken uyum kendini gösterir. Yani yabancı asıllı kelimenin son hecesindeki ünlü kalınsa ekin de ünlüsü kalın, ünlü inceyse ekin ünlüsü de ince olur: ?şairleri, gaziyi, kab(i)rinde siyahlandı, minarelerden? örneklerinde olduğu gibi.
Türkçede bu uyumun, az da olsa, istisnaları vardır. Bunlar: İstisna kelimeler ve istisna ekler olmak üzere iki kısımda incelenir.
İstisna Sözcükler: Özellikle, Farsçanın inceltici etkisiyle değişmiş olan bazı Türkçe kelimeler bugün büyük ünlü uyumuna uymazlar. Dilimizdeki bu istisna kelimelerin sayısı çok azdır. Bu istisna kelimeler şunlardır: ?anne (
İstisna Ekler: Türkçede bazı ekler, bazı Türkçe kelimelerin ünlü uyumunu bozar. Bu eklere ?aykırı ekler? de denir. Aykırı ekler şunlardır:
+ki eki: ?buradaki, kapıdaki, yuvadaki? vb.
+yor eki: ?gülüyor, evleniyor, gidiyor, üzülüyor? vb.
+daş (+taş) eki: ?ülküdaş, meslektaş, dindaş? vb.
+ken eki: ?çocukken, akarken, bakarken, uyanırken? vb.
+leyin eki: ?sabahleyin, akşamleyin? vb.
+(ı)mtırak eki: ?ekşimtırak, yeşilimtırak? vb.
+gil eki: ?amcamgil, dayımgil, halamgil?vb.
Yalnız bu eklerin aykırılıkları, her kelime için geçerli değildir. Bu eklerin ünlüleri değişmediği için aykırılık ortaya çıkar. Ekin ünlüsüyle uyuşan kelimelerde aykırılık görülmez. ?evdeki, oynuyor, arkadaş, giderken, geceleyin, sarımtırak? örneklerinde olduğu gibi.
Uyarı: Tek heceli kelimelerde ve birleşik kelimelerde ünlü uyumları aranmaz.
b) Küçük Ünlü Uyumu (Düzlük-Yuvarlaklık Uyumu veya Dudak Benzeşmesi): Bu uyum Türkçede sonradan ortaya çıkmış ve tedricen (yavaş yavaş) gelişmiştir. Bu yüzden bugün istisnaları çoktur.
Küçük ünlü uyumu, bir kelimedeki ünlülerin düzlük yuvarlaklık bakımından birbirine uymasıdır. Bu uyumu şöyle tarif edebiliriz:
Türkçe bir kelimenin ilk hecesinde, düz bir ünlü (a, e, ı, i) varsa, sonraki hecelerde bulunan ünlüler de düz olur: ?anlayışlı, dinleriz, aydınlık, çıktıkça, beklerdim, sevdiklerin? örneklerinde olduğu gibi.
Türkçe bir kelimenin ilk hecesinde, yuvarlak bir ünlü (o, ö, u, ü) varsa, sonraki hecelerde bulunan ünlüler, ya düz-geniş (a,e), ya da dar-yuvarlak (u,ü) olurlar: ?dokunsalar, türküler, büyüdü, gülünce, ördekler? örneklerinde olduğu gibi.
Daha önce de belirttiğimiz gibi küçük ünlü uyumu sonradan ortaya çıktığı için istisnası çoktur: ?çamur, yağmur, yavuz, savurmak, kavurma, avuç, kılavuz, karpuz, kamu? örneklerinde olduğu gibi.
Bu arada -yor şimdiki zaman eki bütün kelimelerde küçük ünlü uyumunu bozar: ?geliyor, oturuyor, oynuyor, istiyor? örneklerinde olduğu gibi.
Ünlü uyumları konusunda bir ünlünün kendisinden bir önceki ünlüye uyduğunu unutmamalıyız. Mesela; ?çocukları? kelimesinde, ?o?dan sonra ?u? ve ?u?dan sonra ?a? gelmesi yuvarlaklık şıkkını ilgilendirirken, ?a?dan sonra ?ı? gelmesi düzlük şıkkını ilgilendirmektedir. Yani bu kelime hem büyük, hem de küçük ünlü uyumuna uymaktadır. ?gözleri, ocakçılar vb.? kelimelerde de durum aynıdır.
Türkçede hangi ünlülerin bir araya gelebileceğini, yani ünlü uyumları sistemini aşağıdaki bilgilerden de takip edebiliriz:
a? dan sonra: a veya ı, ö?den sonra e veya ü,
e?den sonra: e veya i, u?dan sonra a veya u,
ı?dan sonra: a veya ı, ü?den sonra e veya ü,
i?den sonra: e veya i, o?dan sonra a veya u gelebilir.
2. ÜNSÜZ UYUMU: Sedalı (yumuşak) ve sedasız (sert) ünsüzlerle ilgili bir uyumdur. Bu uyuma göre bir kelimede, karşılıklı ünsüzlerden, sedalı (b, c, d, g, ğ, j, l, m, n, r, v, y, z) ünsüzlerle sedalılar; sedasız (f, s, ş, h, p, ç, t, k) ünsüzlerle, sedasızlar bir araya gelebilir. Bir araya gelemeyen karşılıklı ünsüzler şunlardır: ?b-p, c-ç, d-t, g-k, j-ş, z-s, v-f, ğ-h(ı)? Bu tanıma göre; ?geçti, avcı, geçkin, dikti, buluştu, üstümüz? kelimelerinde ünsüz uyumu vardır. Hâlbuki ?cetvel? kelimesine baktığımızda bir araya gelen ünsüzlerden ?t? sedasızken, ?v? ünsüzü sedalıdır. Dolayısıyla bu kelimede ünsüz uyumu yoktur.
Ünsüz uyumu kelimelere getirilen eklerde de kendisini gösterir. Sonu, sedasız (sert) bir ünsüzle biten kelimeye ünsüzle başlayan bir ek getirilirken ekin ünsüzünün de sedasız (sert) olması gerekir. ?ağaç+ta, kitap+çı? gibi. Bu kelimelerin ?ağaç+da, kitap+cı? şeklindeki yazımları yanlıştır.
3. ÜNLÜ-ÜNSÜZ UYUMU: Bu uyuma göre Türkçe bir kelimede, ?k(a), g(ı), ğ(ı) ve kalın l? ünsüzleri ancak kalın ünlülerle; ?k(e), g(e), ğ(e), ve ince l? ünsüzleri ise ince ünlülerle bir arada bulunabilir.
?kimsesiz, bakarım, kaygılardan, ağır, üzgün, elek, değil? kelimelerinde ünlü-ünsüz uyumu vardır.
Yabancı asıllı kelimelerde böyle bir uyum yoktur: ?hilâl, büluğ, helâk, istiklâl vb.gibi?.
C) TÜRKÇEDEKİ BAŞLICA SES OLAYLARI: Sesler heceleri ve kelimeleri meydana getirmek için bir araya gelirken, bir takım ses olayları cereyan eder. Bu olayların bir kısmı sadece konuşma dilinde ve ağızlarda ortaya çıkarken, bir kısmı yazı dilinde de karşımıza çıkabilir. Türkçede görülen başlıca ses olayları şunlardır:
1. Ses Türemesi: Ünlü ve ünsüz türemesi şeklinde karşımıza çıkar:
a) Ünlü Türemesi: Birkaç şekilde karşımıza çıkabilir: ?l? ve ?r? sesleriyle başlayan yabancı kökenli kelimeler, Türkiye Türkçesi ağızlarında başlarında bir ünlü türemesiyle söylenirler: ?Ramazan> İramazan, Recep>İrecep, limon>ilimon gibi?. Bu türeme yazı dilinde söz konusu olmayıp, sadece ağızlarda söz konusudur.
Yabancı kaynaklı olup çift ünsüzün yan yana bulunduğu bazı kelimelerde de kelime içinde ünlü türer: ?hükm>hüküm, fikr>fikir, akl>akıl gibi.?
Bu tür türemelerin bir kısmı da sadece konuşmada görülür, yazıya geçirilmez: ?gram>gıram, krem>kırem, gibi.?
Ünlü türemesi olayı bazen de ünsüzle biten kelimelere, yine ünsüzle başlayan bir ek getirmek gerektiğinde karşımıza çıkar: ?baş+(ı)m, al- (ı)n-mak, gör-(ü)n-mek? örneklerinde parantez içindeki ünlüler birer türemiş sestir.
b) Ünsüz Türemesi: Türkçe kelimelerde iki ünlü yan yana bulunmadığı için, Türkçeye başka dillerden geçmiş bu tür kelimelerde iki ünlünün arasında bir ünsüz türer: ?fiat>fiyat, faide>fayda, mâi>mavi gibi?.
Ayrıca ünlü ile biten bir kelimeye, yine ünlü ile başlayan bir ek getirilirken araya bir yardımcı ses girer: ?araba+(y)+a, (onun) kapısı+(n)+a? örneklerinde parantez içindeki yardımcı sesler türemiş ünsüzlerdir.
Daha çok ağızlarda görülen bir ünsüz türemesi de kelime başında görülen ünsüz türemesidir: ?ayva>hayva, inmek>yinmek-yenmek, ücra>hücra gibi?.
2. Ünlü Düşmesi: Dilimizde, iki heceli bazı kelimelere, dar ünlüyle başlayan bir ek getirildiğinde ikinci hecedeki ünlü düşer. Bu düşmenin ana sebebi, Türkçede orta hecelerin vurgusuz olmasından dolayı bu hecedeki ünlülerin düşebilmesidir:
?gönül>gönlü, ağız>ağzı, oğul>oğlu, beniz>benzi, göğüs>göğsü... gibi.?
3. Orta Hece Ünlüsünün Değişmesi (ünlü daralması): Orta hecedeki vurgusuz ünlüler bazen değişebilir. Bu değişmenin ana sebebi ?y? ünsüzünün daraltıcı etkisidir. ?y? ile başlayan bir ek getirildiğinde geniş ünlü ?a? ?ı veya u?ya? ?e? ?i veya ü?ye? dönüşür: ?başla >başla-yor>başlı-yor, ağla-yor>ağlı-yor, gelme-yor>gelmiyor gibi.?
Ancak ?yor eki dışındaki bu değişmeler ( yaşa->yaşı-y-acak da olduğu gibi) konuşmada ortaya çıksa bile yazıya geçirilmemelidir. Yazıda ?yaşıyacak? imlâsı yanlıştır.*
4. İki Ünlünün Yan Yana Gelmesi (Diftong): Türkçe kelimelerde iki ünlü yan yana gelmez. Bu sebeple ?saat, hain, kaide, faide, kanaat? gibi kelimeler yabancı dillerden alınmıştır.
Ancak bazı Türkiye Türkçesi (Anadolu) ağızlarında ve konuşma dilinde, iki ünlü arasında kalan sızıcı ünsüz ?ğ?nin düşmesiyle iki ünlü yan yana gelmektedir: ?soğuk>souk, kağan>kaan, doğum>doum, sağım>saım, ağıt>aıt, bağış>baış, bağımsız>baımsız gibi.?
Ancak bu durum tamamen söyleyişle ilgili olup, yazıya geçirilmemelidir.
5. Ünsüz Düşmesi: Türkçede sesler birleşirken, bazen bir ünsüzün düştüğü görülür: ?büyük+cek>büyücek, ufak+cık>ufacık, küçük+cük>kücücük, yumuşak+çık>yumuşacık gibi.?
6. Hece Düşmesi: Arka arkaya gelen ve sesleri benzeyen hecelerden birinin düşmesi olayıdır. Bir başka deyişle bu olayda, birbirine benzeyen iki hece bir heceye dönüşür: ?pekiyi>peki, söyleyeyim>söyleyim, başlayayım>başlayım gibi.?
7. Ünsüz İkizleşmesi: Türkçede aynı cinsten iki ünsüz kelime kökünde yan yana gelmez. Bu yüzden ?kuvvet, cennet, cinnet, şiddet, cellât? gibi kelimeler alıntıdır.
Ancak bazı Türkiye Türkçesi ağızlarında Türkçe kelimelerde de bu ünsüz ikizleşmesinin ortaya çıktığı görülür: ? yedi>yeddi, sekiz>sekkiz, dokuz>dokkuz, sakız>sakkız, rakam>rakkam gibi.?
Bu örnekler yazı dilinde görülmeyip sadece ağızlara mahsustur. Ancak Türkçe olan ?anne
8. Benzeşme: Özellikle alıntı kelimelerde görülen bir hadisedir. Bir araya gelen seslerden birinin, diğerini kendisine benzetmesidir. Bir araya gelen sesler arasındaki benzeşmeler yan yana olabildiği gibi, uzakta hatta iki ayrı kelimede de olabilir. Sesler arasındaki benzeşme:
a) Seda bakımından: Seslerin sedalılık bakımından (sertlik-yumuşaklık) benzeşmesidir: ?isbat>ispat, tarafdar>taraftar, sabahdan>sabahtan, beşde>beşte gibi.?
b) Teşekkül noktası bakımından: Bir sesin diğerini teşekkül (oluşum) noktası bakımından kendisine benzetmesidir: ? anbar>ambar, penbe>pembe, çarşanba>çarşamba gibi?
9. Aykırılaşma: Türkçede esas olarak benzeşme etkiliyken, az da olsa aykırılaşma da görülür. Aykırılaşma birbirine benzeyen veya aynı olan iki sesten birisinin başkalaşmasıdır: ?attar>aktar, muşamma>muşamba, aşçı>ahçı gibi.?
10. Ünlü Erimesi: Türkçede birleşik kelime yapılırken, bunlardan birincisi ünlü ile biter, ikincisi de ünlü ile başlarsa, bu iki ünlü birleşerek tek ünlü olurlar: ?kahve+altı>kahvaltı, ne+için>niçin, ne+asıl>nasıl, ne+oldu>noldu, cuma+ertesi>cumartesi gibi.?
11. Yer Değiştirme: Ağızlarda çok görülür. Yan yana gelen iki ünsüz sesin yer değiştirmesidir: ?köprü>körpü, yaprak>yarpak, toprak>torpak, kibrit>kirbit gibi.?
Bu olayın tesiri bazen yazı dilini de etkiler ve bazı kelimelerin imlasında tereddüt yaratır: ? yanlış/yalnış, yalnız/yanlız gibi.? Elbette ki, bu yazımlardan birincileri doğrudur.
Bütün bu olayların dışında, Türkçenin tarihî gelişimi içerisinde Eski ve Orta Türkçe döneminden farklı olarak Türkiye Türkçesinde şu ses değişmeleri de görülür:
e>i ve i>e değişmesi: Türkçede kelime başında veya ilk hecedeki bazı ?e?lerin ?i?, bazı ?i?lerin de ?e?olduğu görülür: ?biş>beş, yir>yer, gice>gece, irmek>ermek, eşitmek>işitmek, eyü>iyi, geymek>giymek gibi.?
ı>i değişmesi: Bu değişmenin sebebi, ?ı? sesinin zayıflığıdır: ?ınanmak>inanmak, dakı>dahi, kanı>hanı>hani, kangı>hangı>hangi gibi?
u>ı-i değişmesi: ?uşbu>işbu, uşda>işte, uçun>için ve ağızlarda görülen punar>pınar gibi.?
ü>i değişmesi: Az görülen bir değişmedir: ?tüp>dip, bütmek>bitmek, püre>pire gibi.?
o-ö>u-ü değişmesi: ?yokaru>yukarı, oyanmak>uyanmak gibi.?
D) TÜRKÇENİN SES ÖZELLİKLERİ: Türkçenin başlıca ses özellikleri şunlardır:
1. Türkçe asıllı kelimelerde uzun ünlü yoktur. İçerisinde uzun ünlü bulunan kelimeler, dilimize başka dillerden girmiş alıntı kelimelerdir: ?kâtip, câmi, âdem, âşık, âciz, vâris, yâd, hâlâ, gibi.?
Hatta Türkçe bu uzun ünlülerin bir kısmını kısaltmıştır: ?hâzır>hazır, râhat>rahat, hakîkat>hakikat gibi.?
2. Türkçede ilk hecenin dışındaki hecelerde yuvarlak ünlülerden ?o ve ö? ünlüleri bulunmaz. Bu özelliğin tek istisnası şimdiki zaman eki ?-yor?dur: ?doktor, daktilo, profesör, otomobil, televizyon? gibi kelimeler alıntıdır. ?geliyor, oynuyor? gibi örnekler ise ?yor ekiyle ilgili istisnalardır.
3. Türkçe kelimelerde ?ince a? sesi bulunmaz. İçerisinde ince a sesi bulunan kelimeler dilimize yabancı dillerden girmiş alıntı kelimelerdir: ?dikkât, şefkât, harf, hakikât gibi.? Bu kelimelerin son hecelerindeki ünlünün ince a olduğu kelimelere ek getirdiğimizde, ekin ünlüsünün de ince olmasından anlaşılabilir: ?dikkatli, şefkatin, harfi, hakikati gibi.?
4. Türkçede ?ince l? sesi yoktur. İçerisinde ?ince l? sesi bulunan kelimeler de alıntıdır: ?lâkin lamba, laboratuvar, lacivert, lâle gibi.?
5. Türkçede kelime başında birden çok ünsüz bir arada bulunmaz: ?stres, plan, plak, tren? gibi sözcükler alıntıdır.
6. Türkçe kelimelerde iki ünlü yan yana gelmez: ?saat, aile, şuur, Rauf, Naim, kaide, şiir? gibi kelimeler alıntıdır.
Ancak bazı ağızlarda ve konuşma dilinde Türkçe kelimelerde ünsüz düşmesinden dolayı iki ünlü yan yana gelebilir: ?soğuk>souk, sağım>saım gibi.?
7. Türkçe asıllı kelimelerin köklerinde, aynı cinsten iki ünsüz yan yana gelmez: ?kuvvet, cellât, cinnet, cennet, şiddet, kubbe, bakkal, şeffaf? gibi kelimeler alıntıdır.
Ancak sonradan değişen elig>elli ve ana>anne kelimeleri bu kuralın istisnasıdır.
8. Özel durumlar dışında, Türkçe ?j, f ve h? ünsüzlerine yer vermez. Yani içerisinde bu sesler bulunan kelimelerin çoğu alıntıdır. Tabiat taklidi kelimeler bu kuralın dışındadır. Çünkü tabiat taklidi kelimelerde her ses bulunabilir ve bu kelimeler Türkçedir: ?vıj, hışırtı, fısıltı gibi.?
Ayrıca tarih içerisindeki değişmelerle ortaya çıkmış olan ?f ve h,? ünsüzleri de istisnadır: ?övke>öfke, yuvka>yufka, uvak>ufak, kangı>hangi, dakı>dahi, kanı>hani, katun>hatun?gibi sözcükler, bu ünsüzleri taşımalarına rağmen, Türkçedir. Bu istisnalar dışında içerisinde ?j, f, h? ünsüzleri bulunan kelimeler alıntıdır: ?jandarma, jilet, misafir, felsefe, muhtaç, hüküm, mahkeme vb. gibi.?
9. Tabiat taklidi kelimeler ve bazı ses değişmelerinden kaynaklanan istisnalar dışında, Türkçe kelimelerin başında ?c, ğ, l, m, n, r, v, z?ünsüzleri bulunmaz. Bu ünsüzlerden ?ğ? sesi Türkçe asıllı kelimelerin başında hiç bulunmazken, ?c, l, r, z?sesleri, tabiat taklidi kelimeler hariç, sadece yabancı asıllı kelimelerin başında bulunur: ?likör, cevap, lazım, rapor, rol, rulet, zam, zeka? gibi kelimeler alıntıdır.
?m? sesi ancak ağızlarda ve bazı Türk şivelerinde ?b? sesinin değişmesiyle Türkçe kelimelerde görülebilir. Ayrıca taklidi kelimelerde de görülür: ?bin>min, ben>men, mırıl mırıl, mırıltı? gibi kelimeler Türkçedir. Bu istisnaların dışında ?m? sesiyle de Türkçe kelime başlamaz: ?masa, mâni, muhakeme, mutlak, millet? gibi kelimeler alıntıdır.
?n? sesi sadece Türkçe ?ne? kelimesi ve bu kelimenin birleşiklerinde görülür: ?ne, niçin, nasıl nice, nitekim? gibi kelimeler Türkçedir. Ayrıca ?nine, ninni? kelimeleri de çocuk dilinde görülen taklidi kelimelerdir ve Türkçedir. Bunların dışında Türkçe kelimeler ?n? sesiyle başlamaz: ?nakliye, nadide, necmi, nam, nakil? gibi kelimeler alıntıdır.
?v? sesiyle başlayan Türkçe kelimeler ise eski ?b? lerin değişmesiyle oluşmuştur: ?barmak>varmak, birmek>virmek>vermek gibi.? Bunların ve tabiat taklidi kelimelerin dışında Türkçe kelimelerin başında ?v? sesi bulunmaz: ?vahşi, vakıf, vade, vapur, vak?a? gibi kelimeler alıntıdır.
10. Türkçe kelime ve hecelerin sonunda ?b, c, d, g? ünsüzleri bulunmaz. Bu kural o kadar etkilidir ki, dilimize yabancı dillerden giren kelimelerin sonunda bulunan ?b, c, d, g? ünsüzleri yerlerini ?p, ç, t, k? ya bırakmıştır: ?kitab>kitap, ilac>ilaç, derd>dert, âheng>ahenk gibi.?
Ancak sonu ?p, ç, t, k? ile biten bir kelimeye ünlü ile başlayan bir ek getirilirse sondaki sert ünsüz yumuşayarak ?b, c, d, g, ğ?ye dönüşür: ?kitap+ı>kitabı, ilaç+ın>ilacın, dert+i>derdi gibi.?
Tek heceli bazı kelimelerde ve özel isimlerin imlasında ise bu yumuşama görülmez: ?hap+ı>hapı, at+ı>atı, tok+un>tokun, akıt+an>akıtan, bırak+ın>bırakın, Tokat+a>tokat?a gibi.?
11. Türkçe kelimelerin sonunda ve bir ünlü iki ünsüzle kurulan hecelerde iki ünsüz yan yana gelebilir. Türkçe kelimelerde yan yana gelebilen ünsüzler şunlardır: ?lç, lk, lp, lt, nç, nk, nt, rç, rk, rp, rs, rt, st ve şt? ?Türk, yurt, sırt, ölç-, sevinç, ürk-, üst, hişt, sarp, pars? gibi kelimeler Türkçedir. İkiden fazla ünsüz Türkçe kelimelerde aynı hecede yan yana bulunmaz.
E) TÜRKÇENİN HECE YAPISI: Hece, kelimede bulunan, bir hamlede söylenen, ağızdan bir çırpıda çıkan ses veya sesler topluluğuna denir. Kelimelerin ses yapısı, hecelerdeki ses birliği, ses bütünlüğü üzerine kurulur. Biz, kelimeyi, hece sayesinde duyar, anlar ve kullanırız. Kelimelerin ses yapısını hece oluşturur.
Bir tek ses hece olabildiği gibi, birden çok ses de bir araya gelerek hece oluşturabilir. Ses sayısı bakımından, ?birli, ikili, üçlü ve dörtlü? olmak üzere dört tür hece vardır. İ-nanç-la rım kelimesinde bu hece türlerinin hepsini görebiliriz. Bütün bu özelliklerine göre Türkçede altı(6) çeşit hece vardır:
1. Bir ünlüden oluşan heceler: ?a-kın, u-zun, u-yu-du vb.?
2. Bir ünlü, bir ünsüzden oluşan heceler: ?iç-miş, uy-ruk, us-lu, iç-li, uç-mak, açmak vb.?
3. Bir ünsüz, bir ünlüden oluşan heceler: ?ka-pa-lı, ta-rih-li, duy-gu-sal, sa-bah-çı vb.?
4. Bir ünsüz, bir ünlü, bir ünsüzden oluşan heceler: ? ço-cuk-lar, kap-lı-ca, sap-lan-dı, to-par-lan-mış vb.?
5. Bir ünlü iki ünsüzden oluşan heceler: alt, üst, ürk-müş, ört-mek, ilk vb.
6. Bir ünsüz, bir ünlü ve iki ünsüzden oluşan hece: Türk, se-vinç, ö-vünç, bo-şalt-mak, kı-zart-ma, kork-tum, ço-ğalt vb. Türkçede ünlü ile biten hece ?açık hece?, ünsüzle biten hece ?kapalı hece? dir. Ye, ve, sana, bana, ona; at, ot, sap, tut, sev, ev vb. Türkçede kelime içinde iki ünlü arasında bulunan ünsüz kendinden önceki ünlüyle değil, kendisinden sonraki ünlüyle hece kurar. İ-le-ri, u-çu-cu, sa-rı-ca, ka-pa-lı vb.
Ancak dilimize yabancı dillerden girmiş bazı sözcüklerde bu kural geçerli olmayıp, iki ünlü arasında kalan ünsüz, kendisinden sonraki ünlüyle değil kendisinden önceki ünlüyle hece oluşturur.
Cüz-i, Kur-an, an-a-ne, cür-et (cür?et), mes-ul (mes?ul) gibi.
Söylenişte bir bütün halinde çıkarılan ve parçalanamayan hece, yazıda da parçalanamaz ve satır sonuna sığmayan bir kelime hecelerin arasından küçük çizgi (-) ile bölünerek alt satıra geçirilir.
F) TÜRKÇE KELİMELERDE VURGU VE TONLAMA
1. Vurgu: Bir kelime içindeki heceler hep aynı sesle söylenmez. Yine bir cümle içerisinde de cümleyi oluşturan kelime veya kelime grupları aynı sesle söylenmez.
Dil monoton bir yapıda değildir. Kelimeler ve cümleler inişli çıkışlı bir ses yapısı takip eder. İşte bu iniş ve çıkışlar bazı hecelerin diğerlerine göre daha kuvvetli, baskılı söylenmesiyle oluşur.
Yeryüzündeki dil gruplarının bazılarında vurgu çok önemlidir. Örneğin, tek heceli dillerde (Çince) vurgu, kelime ve anlam farkını belirlemede önemli bir rol oynar. Bunun için bu dillerde kuvvetli bir vurgu sistemi vardır. Bazı Hint- Avrupa ve Samî dillerinde de (Almanca- Arapça) vurgu kuvvetlidir.
Kelimelerde kimi hecelerin, cümlelerde ise kimi kelime veya kelime gruplarının daha kuvvetli, daha baskılı söylenmesine vurgu diyoruz. İki türlü vurgu vardır: a) Kelime vurgusu b) Cümle vurgusu
a) Kelime vurgusu: İki veya daha fazla heceli kelimelerde, hecelerden birinin diğerlerine göre daha kuvvetli, baskılı söylenmesine kelime vurgusu diyoruz.
Türkçe hafif vurgulu bir dildir. Bu yüzden vurgulu heceleri tespit etmek ve doğru kullanmak çok dikkat ister. Türkçede kelimelerin genellikle son heceleri vurguludur. Ancak bazı durumlarda vurgunun yeri değişebilir. Tek heceli kelimeler vurgusuzdur.
Türkçenin vurgu durumu şöyledir:
1. Türkçe kelimelerde vurgu genellikle son hecededir. Yürek, gelecek, bulut, kolay gibi.
2. Yer adlarında ve coğrafî isimlerde (istisnalar hariç) vurgu ilk hecede yer alır. Ankara, Erzurum, Marmara, Türkiye, Avrupa vb.
3. ?istan? ekiyle biten coğrafî isimlerde vurgu yine sondadır. Yunanistan, Türkistan, Kazakistan, Tacikistan, Bulgaristan vb.
4. Sonu ?ya? ile biten yer adlarında vurgu sondan bir önceki hecede olur. Konya, Malatya, Antalya, İtalya, Almanya vb. Sonu ?a? ve ?e? ile bitenlerde bu istisna görülür. Amerika, İngiltere, Ukrayna vb.
5. İnsan ve hayvan adlarında vurgu son hecededir. Yılmaz, Yusuf, Osman, Türker; Boncuk, Tekir, Minnoş vb.
6. Kelime ne olursa olsun bütün hitaplarda (çağırma ve seslenme) vurgu ilk heceye geçer. Arkadaş!, Yüzbaşım!, Anne!, Kardeşim! vb.
7. Zarf, bağlama edatları ve pekiştirme sıfatlarında vurgu ilk hecededir. Şimdi, çünkü, haydi!, niçin?, hani, bomboş, pespembe vb.
8. Türkçeye yeni girmiş ya da Türkçede henüz tam olarak benimsenmemiş yabancı isim ve kelimelerde vurgu ilk hecededir. Hitler, Çörçil, banka, radyo, hamburger vb
9. Olumsuzluk eki ?me /-ma vurgusuzdur. Vurgu kendisinden önceki hecededir. Oturma!, gitme!, saklanma!, uyuma!, satma! vb.
Geniş zamanın olumsuzunda ise vurgu olumsuzluk eki ?me / - ma veya ?mez /- maz üzerindedir. Sevmem, gelmeyiz, gülmez, yazmaz vb.
10. Fiilden isim yapan mastar eki ?me / -ma ise vurguyu üzerine alır. Okuma (kitabı), yazma (kalemi), düzeltme (işareti), uyuma (zamanı) vb.
11. Soru eki mı / mi / mu / mü vurgusuzdur ve vurguyu kendisinden önceki heceye aktarır. Geldin mi?, Güzel mi?, Gidiyor musun?
12. -(i)le, -di, -miş, -se, -ken, ça, çe ekleri de vurgusuz olup, vurgu bu eklerden önceki hecededir. Uçakla, senindi, güzelmiş, uyursa, giderken, insanca, yavaşça vb.
13. Ek-fiilin şimdiki zaman ekleri (-im, -iz, -siniz, -dir) vurgusuz oldukları için vurgu önceki heceye geçer. Güzelim, öğrencisin, akıllıdır, masumuz, çalışkansınız, güzeldirler vb.
14. Bağlama edatı olan de, da ve ki vurgusuzdur. Bu yüzden vurgu bu kelimelerden önceki hecelerde yer alır. Arkadaşın da (gelsin), (Öyle) özledim ki!, anlıyorum ki vb.
b) Cümle vurgusu: Konuşurken cümlede anlamca belirtilmek istenen kelime veya kelime grupları, daha baskılı, daha kuvvetli söylenerek (vurgu yoluyla) ön plana çıkarılır. Buna ?cümle vurgusu? denir. Cümle vurgusu cümleye verilen anlama göre değiştiği için, ?değer vurgusu? adını da alır. Cümle vurgusu durucu değil gezicidir.
Cümle vurgusu yazıda, vurgulanacak kelime veya kelime grubu yükleme yaklaştırılarak yapılır. Aynı sözcüklerle kurulan aşağıdaki dört cümlenin vurgusuna dikkat edelim:
Bugün İstanbul?dan uçakla annem gelecek.
İstanbul?dan uçakla annem bugün gelecek.
Annem uçakla bugün İstanbul?dan gelecek.
Annem bugün İstanbul?dan uçakla gelecek.
Birinci cümlede kimin gelecek olduğu, ikinci cümlede ne zaman gelinecek olduğu, üçüncü cümlede nereden gelinecek olduğu, dördüncü cümlede ise neyle gelinecek olduğu vurgulanmıştır.
2. Tonlama: Konuşma sırasında birbiri ardına gelen sesler hiçbir zaman aynı düzeyde değildir. Ses alçalır, yükselir, yumuşar, sertleşir, incelir, kalınlaşır. İşte sesteki bu değişmelere tonlama diyoruz.
Konuşmada konuşmacının duygularını hissettiren en önemli faktör tonlamadır. Konuşmanın başarısı tonlamadaki başarıyla eş değerdedir. Aynı düzeyde devam eden bir konuşma monoton ve sıkıcı olur. İyi konuşmacılar vurgu ve tonlamaya hâkim olan ve dikkat eden kişilerden çıkar. Türkçede genel olarak şu tonlama özellikleri görülür:
a) Bildirim cümlelerinde ?cümle tonu? son hecede alçalan bir tondur.
Derslerimiz 1 Ekim'de başlayacak. (alçalan ton)
Ahmet, yarın Ankara?ya gidiyor.
b) Soru cümlelerinde yükselen bir ton vardır:
Akşam maçı izledin mi? (yükselen ton)
Bu soruya kim cevap verecek?
c) Birleşik cümlelerde, yan cümlecikte yükselen, ana cümlede ise cümle sonuna doğru alçalan bir ton görülür:
Hava açıksa, dışarı çıkacağız.
Aşağıdaki metni vurgu ve tonlamaya dikkat ederek okuyalım:
İSTİKLAL MARŞI
Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak
O, benim milletimin yıldızıdır parlayacak
O benimdir o benim milletimindir ancak
Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl
Kahraman ırkıma bir gül ne bu şiddet bu celâl
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl
Hakkıdır Hakka tapan milletimin istiklâl
Mehmet Akif ERSOY
2) ŞEKİL BİLGİSİ (MORFOLOJİ-BİÇİMBİLGİSİ)
Bir dilin, kelimelerini, kelime yapılarını, kelimelerin türeme yollarını ve çekim biçimlerini inceleyen bilim dalına şekil bilgisi denir. Kelime; anlamı ve görevi bulunan, tek başına kullanılabilen ses veya ses topluluğudur. Türkçe sondan eklemeli bir dildir. Kelimeler, kelime kökü ve köklere getirilen eklerle oluşurlar. Kökler, kelimenin anlamlı ögeleri, ekler ise kelimedeki görev ögesidir. Türkçede, isim ve fiil kökleri mevcuttur. Bazı dilbilimciler ?edat ve zamirleri? farklı kökler olarak gösterseler de, genel kabul gören görüş; ?isim kökleri? ve ?fiil kökleri? ayrımıdır. İsim kökleri nesneleri karşılayan, fiil kökleri de hareketi karşılayan kelime kökleridir. Örneğin, ?kapı, ördek, ağaç, çıra, saray...? nesneleri karşılayan isim kökleri; ? at-, tut-, git-, otur-...? kökleri ise hareketi karşılayan fiil kökleridir. Türkçede kelime kökleri tek fonksiyonludur. Yani bir kelime kökü, ya isim kökü ya da fiil köküdür. Aynı kök hem isim, hem de fiil kökü olamaz. Bugün Türkçede az da olsa görülen, ?tat, tat-; boya, boya-; yaz, yaz ? gibi eş şekiller sonradan çıkmış istisna kelimelerdir. Mesela ?tat? ve ?boya? kelimelerinin aslı fiil idi. Eski Türkçede ?tat- (mak) fiilinden tat-ı-g ismi, ?boya-? fiilinden de boya-g ismi yapılırdı. Ancak, zamanla kelime sonlarındaki sesler düşerek, kelimeler ?tat? ve ?boya? şekline dönüşerek isim kökü durumuna geçmiştir. Türkçede kelimeleri köke indirdiğimizde daha çok fiil kökü karşımıza çıkar. ? aç-, al-, kal-,to-(doymak), bil-, git-, gel-...?
A) ŞEKİL BAKIMINDAN KELİMELER
1. KÖKLER: Kök, kelimenin anlam bütünlüğü bulunan en küçük parçasıdır. Başka bir deyişle kelime kökü: ?Kelimenin her türlü ekler çıkarıldıktan sonra kalan anlamlı parçasıdır?. Kökler tek başlarına kullanılabildikleri gibi eklerle birleşerek de kullanım alanına çıkabilirler. Türkçede, giriş kısmında da belirttiğimiz gibi, isim ve fiil kökü olmak üzere iki tür kelime kökü vardır. İsim kökleri varlıkları ve mefhumları karşılar, onlara ad olurken; fiil kökleri ise bu varlık ve mefhumların hareketlerini karşılar. Kelime köklerinin imlasında, isim kökünden fiil kökünü ayırmak için fiil köklerinin sonuna ?mek,- mak mastarlarının karşılığı olarak (-) işareti konur. İsim köklerinde böyle bir yazım yoktur. Gel- (gelmek), git- (gitmek), yüz- (yüzmek), yaz-(yazmak),öğren- (öğrenmek)...; okul, ağaç, masa, toprak, Ahmet... gibi.
Kökler önceden var olan, sonradan yapılmayan dil birlikleridir. Türkçede yeni bir kelime kökü yapılamaz. Ancak, kelime köklerinden ekler vasıtasıyla yeni kelimeler türetilebilir.
2. GÖVDE: İsim veya fiil köklerine ?yapım ekleri? getirilmek suretiyle yapılan, anlamlı dil birliklerine gövde diyoruz. Yapım ekleri, eklendikleri kelime köklerinden yeni kelimeler türetme ekleridir. Daha sonraki bölümde geniş olarak tanıyacağımız bu ekler vasıtasıyla yeni isim ve fiiller türetilebilir. Bu açıdan baktığımızda dört tür kelime gövdesiyle karşılaşırız: isimden türeyen isim gövdeleri (göz+cü, kulak+lık) , isimden türeyen fiil gövdeleri (bel+e-[mek], ad+a-[mak]), fiilden türeyen isim gövdeleri (uç-ak, kaç-ık), fiilden türeyen fiil gövdeleri (al-ın-, taş-ın-)
3.EKLER: Türkçe dünya dilleri arasında eklemeli dil grubunda bulunan bir dildir. Dolayısıyla, Türkçede yeni kelime türetme ve kelimelere işleklik kazandırma (çekime sokma), ekler vasıtasıyla olur. Eklerin yalnız başlarına anlamları yoktur. Tek başlarına kullanılamazlar. Kelime köklerindeki ünlü ve ünsüz seslere bağlı olarak aynı ekin farklı şekilleri - ünlüleri değişmiş görülebilir. +lık, +lik, +luk, +lük (kapı+cı+lık, ev+li+lik, komşu+luk, göz+lük gibi. İsim kök ve gövdelerine getirilen ekler ?+? işaretiyle, fiil kök ve gövdelerine getirilen ekler de ?-? işaretiyle gösterilirler. (son+suz, gece+leyin; kop-ar-, ser-p-) gibi. Ekler görevleri bakımından, yapım ekleri ve çekim ekleri olmak üzere iki grupta incelenir.
a) Yapım Ekleri: Kelime kök ve gövdelerine gelerek, onlardan yeni anlamda kelimeler türeten eklerdir. Bu yüzden yapım eklerine ?türetme ekleri? de diyebiliriz. Gör-gü+süz, öl-üm+lü, av+cı+lık gibi. Türkiye Türkçesinde dört çeşit yapım eki vardır.
1) İsimden isim yapan ekler
2) İsimden fiil yapan ekler
3) Fiilden isim yapan ekler
4) Fiilden fiil yapan ekler
1) İsimden İsim Yapan Ekler: Bu ekler isim kök ve gövdelerine gelerek yeni isimler türeten eklerdir. Başlıca isimden isim yapan ekleri ve fonksiyonları şunlardır: +lık, +lik, +luk, +lük eki: Türkçenin en sık kullanılan isimden isim yapım ekleridir.
Şu görevlerde kullanılır:
a) Yer adları yapar: kum+luk, taş+lık, çöp+lük, odun+luk, zeytin+lik
b) Alet adları yapar: göz+lük, kalem+lik, güneş+lik, çaydan+lık, şeker+lik, gece+lik
c) Topluluk adları yapar: genç+lik, Türk+lük
d) Sıfat yapar: hediye+lik (eşya), hafta+lık (alışveriş), gün+lük (ihtiyaç), kesim+lik (hayvan)
e) Soyut adlar yapar: güzel+lik, iyi+lik, kötü+lük, küçük+lük, büyük+lük, aç+lık, tok+luk vb.
f) Türkçede genellikle çekim eki üzerine yapım eki getirilmez. Bu ek bazen ismin bulunma hâl ekinin (+da / +de/ +ta/ +te) üzerine gelerek sıfat yapar. On+da+lık (sayı), gün+de+lik (iş) vb. + cı, +ci, +cu, +cü, +çı, +çi, +çu, +çü eki: Bugün çok sık kullanılan isimden isim yapım ekidir. Ünlü, ünsüz uyumuna uyduğu için sekiz şekilde kullanılmaktadır. Kişilerin meslek adlarını ve sıfatlarını yapar. Av+cı, araba+cı, kitap+çı, su+cu, ev+ci, ülkü+cü, Atatürk+çü, simit+çi, sav+cı, süt+çü, ok+çu, çöp+çü vb. +lı, +li, +lu, +lü eki: Çok işlek isimden isim yapım ekidir. Asıl görevi sıfat olarak kullanılan ?vasıf isimleri? yapmaktadır. Ünlü uyumlarına bağlı olarak dört şekilde kullanılır. Güneş+li, kir+li, köy+lü, korku+lu, doğu+lu, Ankara+lı, şehir+li, bahçe+li, bağ+lı, su+lu, süt+lü vb. Birbiriyle anlam ilişkisi bulunan ve bir arada kullanılan iki kelimede çift olarak kullanılan bu ek, bir arada bulunma ifade eder. Bu ek sıfatlara getirildiğinde de ?ve? anlamı ifade eder. İri+li ufak+lı, büyük+lü küçük+lü, ana+lı baba+lı, sağ+lı sol+lu vb. +sız,+ siz, +suz, +süz eki: +lı,+li,+lu,+lü ekinin olumsuzudur. Bir nesnede bir şeyin bulunmadığını ifade eder. Sıfatlar yapar. Güneş+siz, korku+suz, sahip+siz, kapı+sız, su+suz, huy+suz, iş+siz, görgü+süz vb.
+ki eki: Aitlik ekidir. Bazı uzmanlar bu ekin çekim eki olduğunu söylemektedirler. Bu tezi ekin eklendiği kelimenin anlamını değiştirmemesine dayandırmaktadırlar. Bu yüzden Muharrem Ergin, +ki ekini üç fonksiyonda incelemiş ve bunlardan birisinde yapım, ikisinde çekim eki olarak kabul etmiştir. Bu ekin üç fonksiyonu şunlardır.
1) ?İçinde bulunma, bağlılık ve aitlik? fonksiyonu: şimdi+ki, demin+ki, aşağı+ki, gece+ki, önce+ki, yarın+ki, bugün+kü gibi. Ekin bu kullanılışı sınırlıdır. Ek burada sıfat ve zamir yapar. Yani yapım eki görevindedir.
2) ?+da,+de,+ta,+te? çekim ekinden sonra kullanılış: bende+ki, gökte+ki, sınıfta+ki, kapıda+ki, kitapta+ki, sende+ki, Avrupa?da+ki gibi.
3) ?+ın,+in,+nın,+nin, +un,+ün,+nun,+nün çekim ekinden sonra kullanılması: benim+ki, senin+ki, komşunun+ki, Ali?nin+ki, suyun+ki, yolcunun+ki gibi.
Son iki kullanımda görüldüğü gibi bu ek birinci kullanışta olduğu gibi, doğrudan ismin üzerine değil, çekim eklerinden sonra getirilmektedir. Dolayısıyla bu iki kullanışta +ki eki çekim ekidir. Bu yüzden bu eki isim çekim eklerinde de göreceğiz.
+ca, +ce, +ça, çe eki: Bu ek de +ki eki gibi yapım ve çekim eki görevinde kullanılabilir. Çekim eki görevini ?isim hâl ekleri? kısmında göreceğiz. Bu ekin yapım eki görevleri şunlardır:
1) Kavim isimlerinden dil isimleri yapar: Türk+çe, Alman+ca, İngiliz+ce, Moğol+ca, Arap+ça vb.
2) Zarf ve sıfat yapar: ben+ce, sen+ce, insan+ca, câni+ce, yiğit+çe, vahşi+ce (M. Ergin bu fonksiyonu, çekim eki kabul eder.)
3) Yer isimleri yapar: Düz+ce, Çamlı+ca, Derin+ce vb.
4) Somut isimler yapar: kokar+ca, kaplı+ca, ılı+ca, bilme+ce, boğma+ca, kara+ca vb.
+cık, +cik, +cuk, +cük eki: Küçültme ve sevgi bildiren isimler, sıfatlar türeten bir ektir. Baba+cık, kısa+cık, ince+cik, Mehmet+cik, zavallı+cık, küçü(k)+cük, yumuşa(k)+cık, adam+cık vb. +cak, +cek eki: Bir önceki ek gibi küçültme ve sevgi ifade eden bir ektir. Pek işlek değildir. Yavru+cak, yumur+cak(yumru+cak), kuzu+cak, büyü(k)cek vb.
+cağız, +ceğiz eki: Küçültme, acıma, sevgi ve zavallılık ifade eden isimler türetir. Kız+cağız, çocuk+cağız, hayvan+cağız, adam+cağız vb.
+daş, +deş, +taş, +teş eki: Ünlü uyumuna uymayan bir ektir. Eşitlik, ortaklık, mensubiyet (bağlılık) bildiren isimler türetir: arka+daş, karın+daş, vatan+daş, ülkü+daş, meslek+taş, sır+daş, ad+daş (adaş) iş+teş, yol+daş vb.
+ncı, +nci, +ncu, +ncü eki: Çok işlek olan bu ekin temel görevi, sayı adlarından sıra sayı sıfatları türetmektir: bir+(i)nci, iki+nci, beş+(i)nci, on+(u)ncu; sayıların dışında birkaç değişik örnekte de kullanılır: kaç+(ı)ncı, orta+ncı, son+(u)ncu vb.
+ar, +er, +şar, +şer eki: Çok işlek bir ektir. Görevi asıl sayı isimlerinden ?üleştirme sayı sıfatları? türetmektir: yedi+şer, üç+er, beş+er, on+ar, sekiz+er (kişi) vb.
+z eki: Daha çok birden ona kadar olan asıl sayılardan, topluluk sayı sıfatları türetir. İki+z, üç+(ü)z, beş+(i)z, yedi+z; sayı kavramı dışında benzerlik ifade eden top+(u)z kelimesi de bu ekle türemiştir.
+sı, +si eki: Çok işlek olmayan bu ek, ?benzerlik? ifade eden birkaç kelimede görülür. Kadın+sı, erkek+si, çocuk+su gibi.
+msı, +msi, +msu, +msü eki: İşlek bir ektir. ?Benzerlik, gibilik? ifade eden isimler türetir. Ekşi+msi, acı+msı, sarı+msı, tatlı+msı, kırmızı+msı vb.
+mtırak eki: Bu ek de ince ünlülü kelimelerde ünlü uyumunu bozar. ?benzerlik ve gibilik? ifade eder: sarı+mtırak, ekşi+mtırak, yeşil+mtırak, beyaz+(ı)mtırak
+rak, +rek eki: Karşılaştırma ekidir. ?daha çok? ifadesi taşır. İşlek değildir. Kullanımı ancak birkaç kelimede kalmıştır. Ufa(k)+rak(çok ufak), küçü(k)+rek (daha küçük), yeğ+rek (daha iyi), kız+rak (kısrak)
+leyin eki: İşlek olmayan bu ek isim soylu kelimelerden zaman zarfı yapar. Ünlü uyumuna aykırı bir ektir: akşam+leyin, gece+leyin, sabah+leyin vb. Bu ekin eskiden +layın şekli, su+layın (su gibi) örneğinde görülmekle birlikte bugün kullanılmamaktadır.
+cılayın, +cileyin eki: Bazı zamirlerde görülen işlek olmayan bir ektir. Zamirlere, ?gibi ve kadar? anlamı katar. ben+cileyin (benim gibi), sen+cileyin (senin gibi), bu+(n)+culayın vb.
+an, +en eki: İşlek olmayan, ancak birkaç kelimede görülen küçültme ekidir: oğul+an, kız+an, er+en
+kek eki: Sadece er+kek kelimesinde görülen bir ektir.
+kan eki: Sadece baş+kan ve er+ken kelimelerinde görülen bir ektir. (er kökü zaman kavramıdır.)
+ka, +ge eki: İşlek olmayan bir ektir. İki kelimede görülür: baş+ka, öz+ge
+cıl, +cil, +cul, +cül, +çıl, +çil, +çul, +çül eki: İşlek değildir. Abartma ve benzetme ifadesi taşır: ev+cil, ben+cil, ölüm+cül, kır+çıl, ak+çıl, insan+cıl vb.
+dırık, +dirik, +duruk, +dürük eki: işlek olmayan bir ektir. Alet adları yapar: boyun+duruk, çiğin+dirik(omuzluk), burun+duruk, eğin+dirik(sırt örtüsü, çul)
+man, +men eki: İşlek olmayan, abartma ve benzerlik ifade eden bir ektir: koca+man, kara+man, köle+men, küçü(k)+men, uz+man vb.
+ç eki: İşlek değildir. Birkaç kelimede görülür ve kuvvetlendirme görevinde kullanılır: ana+ç, ata+ç, baba+ç vb.
+aç, +eç eki: İşlek olmayan, benzetme ve ilgi ifade eden bir ektir: top+aç, kır+aç, sır+aç
+şın, +şin eki: İşlek olmayan bir ektir. Renk adlarına gelerek benzerlik, yakınlık ifade eder: sarı+şın, gök+şin, ak+şın
+ak, +ek eki: Bir iki kelimede görülen, benzerlik ifade eden bir ektir: top+ak, sol+ak, baş+ak, ben+ek
+t eki: yaş+(ı)t ve eş+(i)t kelimelerinde görülen ve denklik bildiren bir ektir.
+tı, +ti, +tu, +tü eki: Sadece tabiat taklidi kelimelerde kullanılan ve işlek olan bir ektir: parıl+tı, pırıl+tı, şırıl+tı, gürül+tü, gurul+tu
+az, +ez eki: Sadece ay+az kelimesinde görülen bir ektir.
+sal, +sel eki: İşlek değildir. Yer ifade eden kum+sal kelimesinde vardır. Bu arada, Türkçede son zamanlarda Fransızca bir ek olan +al,+el, yoğun bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Ulus+al, yer+el gibi. Bu +sal,+sel eki büyük bir ihtimalle ?ulusal? kelimesindeki hece bölünmesinden (u-lu-sal) çıkmış görünmekte ve hemen her yerde, Türkçenin kuralları hiçe sayılarak kullanılmaktadır. Toplumsal, fiziksel, bilimsel, parasal, yöresel... vb. Daha çok eski nispet î?si yerine kullanılan (insanî- insansal, hayvanî- hayvansal, fizikî-fiziksel vb.) bu ek, bugün fiil soylu kelimelere de getirilerek Türkçenin hem kuralları zorlanmakta, hem de müzikalitesi bozulmaktadır. Türkçe tamlamalar bırakılarak bu ekle terkipler kurulmaktadır. Vatansal görev (vatan görevi), ulusal bilinç (ulus bilinci), bölgesel güç (bölge gücü).
Bu ek Fransızcada da, dilimizde de isimden sıfat yapan bir ektir. Hâlbuki bugün Türkçenin kuralları haricinde, fiillere de getirilerek görsel, işitsel gibi kelimeler türetilmektedir. Örnek olarak ?görsel basın? terkibi yerine daha doğru ve Türkçe olan ?görüntülü basın? tamlaması kullanılabilir. +gıl, +gil eki: İşlek olmayan ve ilgi ifade eden bir ektir. Özellikle ağızlarda akrabalık isimleri yapar. Amcam+gil, dayım+gil, Ahmet+gil, Ayşe+gil vb. +la, +le eki: İşlek değildir. İsimden fiil yapan -la ekinin donmasıyla oluşmuştur. Kış+la, yay+la kelimelerinde görülür.
2) İsimden Fiil Yapan Ekler: İsim kök ve gövdelerine gelerek bunlardan fiil türeten eklerdir. Türkiye Türkçesinde kullanılan başlıca isimden fiil yapım ekleri şunlardır.
+la, +le eki: En işlek isimden fiil yapma ekidir. Hem olma, hem de yapma ifade eden fiiller yapar: baş+la-, taş+la-, karşı+la-, gece+le-, ağır+la-,uğur+la-mak vb.
Bu ekle yapılan fiiller bazen ?n, ?ş ve -t fiil yapım ekiyle beraber de kullanılır. Can+la-n-, hoş+la-n-, hoş+la-ş-, hasta+la-n-, bir+le-ş-, ak+la-ş- ak+la-n-, eş+le-ş- av+la-n-, kir-le-t- vb.
+(a)l, +(e)l eki: Fazla işlek değildir. Genellikle sıfatlardan dönüşlü çatılı fiiller yapar: sağ+al-,az+al-, genç+el- (gencelmek), kör+el-, düz+el- gibi. Bu ek ünlüyle biten kelimelere +l olarak eklenir: yüce+l-, küçü(k)+l-, eğri+l- doğru+l- vb.
+a, +e eki: Fazla işlek olmayan bir ektir. Yaş+a-, bel+e-, ad+a-, boş+a-, kap+a-, dil+e-, tür+e- vb.
+ı, +i,+u,+ü eki: İşlekliği kaybolmuş bir ektir. Birkaç kelimede görülür: sak+ı- (düşünmek), şak+ı-, taş+ı-
+ar, +er eki: Fazla işlek olmayan bir ektir. Çoğunlukla renk adlarından fiiller türetir: ak+ar- (ağarmak), boz+ar-, kır+ar-, gök+er- (göğermek), sar(ı)+ar-, yaş+ar-, ev+er-,kar(a)+ar- vb.
+da, +de eki: Tabiat taklidi kelimelerden fiil yapar: mırıl+da-, fısıl+da-, vızıl+da-, çatı+da- vb. Tabiat taklidi kelimeler genellikle l,r,y yumuşak ünsüzleriyle bittiği için bu ekin +te, +ta şekli yoktur.
+kır, +kir, +kur, +kür eki: Bu ek de taklidî kelimelerden fiil yapar: hay+kır-, fış+kır-, püs+kür-, tü+kür-, hıç+kır- vb.
+k eki: İşlek değildir. Ünsüzle biten kelimelere geldiğinde araya (ı,i,u,ü) ünlüleri girer: aç+(ı)k- (acıkmak), göz+(ü)k-, bir+(i)k-, geç-(i)k- (gecikmek) vb. +r eki: İşlek değildir. deli+r-, beli+r-, üf+(ü)r- gibi birkaç kelimede kullanılır.
+sa, +se eki: İşlek olmayıp birkaç kelimede kullanılır: su+sa-, garip+se-,umur+sa-, önem+se- , kanık+sa- vb.
+msa, +mse eki: İşlek değildir: küçü(k)+se- (küçümsemek), az+(ı)msa-, iyi+mse- (iyimser)
+ırga, +irge eki: Bir iki kelimede görülür: yad+ırga-, es+irge- +sı eki: Az kullanılan bir ektir. Üzerine ?n dönüşlülük ekini alarak kullanılır: yük+sü(n)-, gerek+sin-, büyük+sün-, küçük+sün-
3) Fiilden İsim yapma Ekleri: Fiil kök ve gövdelerine gelerek, onlardan isim türeten eklerdir. Bu eklerin sayıları da işleklikleri de çok geniştir. Başlıca fiilden isim yapma ekleri şunlardır:
-mak, -mek eki: İşleklik derecesi en geniş fiilden isim yapma ekidir. Fiillerden hareket isimleri yapar. Bu fiillere mastar, bu eke de mastar eki denir: aç-mak (açmak eyleminin adı), otur-mak, git-mek, gel-mek, düşün mek, sürüklen-mek, gül-mek vb.
-me, -ma eki: -mek,-mak eki gibi bütün fiil kök ve gövdelerine gelerek isim yapan çok işlek bir ektir: al-ma, bil-me, git-me, gel-me, indir me, yaklaş-ma, darıl-ma, gücen-me vb. Bu ek bazen de kalıcı isimler yapar: dondur-ma, yaz-ma (eser), kavur-ma (yiyecek), dol-ma (yemek)...
-ış, -iş, -uş, -üş eki: Çok işlek olan bu ek ?ma,-me eki gibi iş ismi yapar: al-ış, ver-iş, yürü-y-üş, otur-uş, kalk-ış, çekil-iş vb.
Bu ilk üç ek eylem (fiil) adları yapan eklerdir. Bunlardan sonra göreceğimiz ekler ise asıl kalıcı isimler yapar. Bu ekler şunlardır: - m eki: Fiille ilgili çeşitli nesnelerin isimlerini yapar, işlek bir ektir. Al-(ı)-m, geç-(i)m, kuşa-m, tak-(ı)-m, öl-(ü)-m, uçur-(u)-m vb.
-k eki: İşlek bir fiilden isim yapma ekidir. Harekete uğramış olan, o hareketten doğmuş bulunan veya hareketi yapan çeşitli nesnelerin isimlerini yapar: aç-ı-k, saç-ı-k, düş-ü-k, boz-u-k, küre-k, yürü-k (yörük), ele-k, çatla-k ...
-ak, -ek eki: Fiilin etkisinde kalan çeşitli nesnelerin isimlerini yapan işlek bir ektir. Dön-ek, kork-ak, kon-ak, barın-ak, bıç-ak, dayan-ak, sür-ek, at-ak, kaç-ak vb.
-n eki: Yapanı, olanı veya yapılanı ifade eden isimler yapan çok işlek bir ektir: tüt-ü-n, ek-i-n, tala-n, ak-ı-n, gel-i-n, büt-ü-n (büt->bit-)
-gı, -gi, -gu, -gü; -kı, -ki, -ku, -kü eki: Daha çok yapan fiillere gelerek alet isimleri ve soyut kavramları gösteren isimler yapar: sil-gi, çal-gı, bur-gu, il-gi, bil-gi, sev-gi, ver-gi, gör-gü, kes-ki, bas-kı, bıç-kı vb. -ga,
-ge eki: çok işlek değildir: bil-ge, böl-ge, kavur-ga, yon-ga, süpür-ge, dal-ga vb.
-gın, -gin, -gun, -gün; -kın, -kin, -kun, -kün eki: İşlek bir ektir, abartma ifade eden sıfatlar yapar: dal-gın, az-gın, kız-gın, küs-kün, kes-kin, tut-kun, coş-kun, geç-kin, çap-kın, düz-gün vb.
-gan, -gen, -kan, -ken eki: İşlek bir ektir. Abartma ve aşırılık ifade eder. alın-gan, sokul-gan, yapış-kan, çekin-gen, somurt-gan, sıkıl-gan vb.
-gıç, -giç, -guç, -güç eki: Birkaç örnekte görülen bu ekte büyütme ifadesi vardır: dal-gıç, bil-giç, başlan-gıç -gaç, -geç, -kaç, -keç eki: Bu ek de birkaç kelimede görülür. İşlek değildir: yüz-geç, süz-geç, kıs-kaç, utan-gaç
-ağan, -eğen eki: Fazla işlek değildir. Aşırılık, devamlılık, abartma ifade eder: dur-ağan, ol-ağan, yat-ağan, gez-eğen (gezegen)
-ıcı, -ici, -ucu, -ücü eki: Çok işlek bir ektir. Fazlalık ve devamlılık ifadesi taşır. Ayrıca bu ekle alet ve meslek sahibi isimleri yapar: al-ıcı, yap ıcı, kal-ıcı, gör-ücü, oku-y-ucu, dinle-y-ici, yüz-ücü
-ç eki: Sadece dönüşlü fiillere getirilen işlek bir ektir. Aşırılık ifade eder: kıskan-ç, sevin-ç, inan-ç, kıvan-ç, utan-ç, gülün-ç vb.
-ı, -i, -u, -ü eki: oldukça yeni olan ve çok kullanılan bir fiilden isim yapma ekidir: yaz-ı, sık-ı, kok-u, ölç-ü, takıl-ı, seril-i, dikil-i, kork-u
-a, -e eki: İşlek değildir: yar-a, sap-a, öt-e
-tı, -ti, -tu, -tü eki: Edilgen fiil köklerine getirilen işlek bir ektir: sallan-tı, bağlan-tı, çalkan-tı, öden-ti, ilin-ti, dökün-tü, serpin-ti, özen-ti, sıkın-tı, belir-ti vb.
-t eki: Eskiden çok kullanılan ancak bugün işlekliğini yitirmiş bir ektir: öğ-ü-t, geç-i-t, um-u-t, yoğur-t
-sı, -si, -su, -sü eki: İşlek değildir. Ekin aslı ?ası, -esi ekidir. Bugün ünlüsü düşmüş olarak kullanılır: yat-sı (yat-ası), tüt-sü (tüt-esi), sin-si(sin-esi)
-anak, -enek eki: İşlek olmayan bir ektir: sağ-anak, gör-enek, gel-enek, değ-enek(değnek), tut-anak
-amak, -emek eki: İşlek değildir. Kaç-amak
-mık, -mik, -muk, -mük eki: kıy-mık, kes-mik, kus-muk gibi birkaç kelimede görülür.
-aç, -eç eki: İşlek değildir. Gül-eç, tık-aç
-em eki: İşlek değildir. Tut-am, bur-am -al,
-el eki: İşlek değildir. Çat-al -alak,
-elek eki: İşlek değildir: yat-alak, çök-elek, as-alak -arı,
-eri eki: İşlek değildir: uç-arı, göç-eri
-amaç, -emeç eki: İşlek değildir: dön-emeç
-maç, -meç eki: İşlek değildir. Bula-maç, bazla-maç, tut-maç, yırt-maç gibi birkaç kelimede görülür.
- baç, -beç eki: işlek değildir. Saklan(m)-baç, dolan(m)-baç (bu kelimelerdeki ses benzeşmesini hatırlayalım)
-sal, -sel eki: uy-sal kelimesinde vardır. İşlek değildir.
-man, -men eki: İşlek değildir. Az-man (azmak fiilinden), seç-men, seç-men, say-man, öğret-men
-sak, -sek eki: tut-sak, sav-sak gibi birkaç kelimede vardır.
-pak eki: Sadece kay-pak kelimesinde görülür.
-van, -ven eki: yay-van kelimesinde görülen bir ektir.
-mur, -mür eki: yağ-mur kelimesinde görülür.
-ca, -ce eki: İşlek değildir. Eğlen-ce, güven-ce, sakın-ca,düşün-ce -cama, -ceme eki: sürün-ceme kelimesinde görülür.
-maca, -mece eki: boğ-maca, bil-mece, koştur-maca, at-maca gibi birkaç kelimede görülür.
4) Fiilden Fiil Yapma Ekleri: Fiil kök ve gövdelerine gelerek onlardan yeni fiiller yapan eklerdir. Sayıları az olmakla beraber, işleklik dereceleri geniştir.
Başlıca fiilden fiil yapma ekleri şunlardır:
-ma, -me eki: Olumsuzluk eki de denilen bu ek, -imek yardımcı fiilinin dışındaki bütün fiillere gelerek olumsuz fiiller yapar. Bu ek vurgusuz olup, vurguyu kendinden önceki heceye aktarır: yap-ma-, git-me-, oy(u)na ma-, koş-ma-, kaçırıl-ma-, öğret-me-
-n eki: Hem geçişli, hem de geçişsiz fiillere getirilen bu ek, dönüşlü çatılı fiiller türetir: al-ı-n-, tıka-n-, tut-u-n-, bul-u-n-, dola-n-, gez-i-n-, söyle-n-
-l eki: Çok işlek bir ektir. Pasiflik ve meçhullük ifade eden fiiller ve öznesi belirsiz edilgen fiiller türetir. Ancak, getirilen fiilin kök veya gövdesinin sonu ünlü ile bitiyorsa veya ?-l? ünsüzüyle bitiyorsa, bu sefer edilgenlik eki ?-n? olur: dur-ul-, koş-ul-, sev-i-l-, yol-u-n-, kokla-n-, bekle-n-, aç-ı-l-
-ş eki: İşlek bir ektir. Karşılıklı yapılma, birlikte yapılma ifade eder: vur-u-ş-, sözle-ş, çek-i-ş-, döv-ü-ş-, at-ı-ş-, böl-ü-ş-, bekle-ş-, yat-ı-ş-
-r eki: Çok işlek bir ektir. Faktitif (ettirgen-yaptırma-oldurma) fonksiyonunda bir ektir: iç-i-r-, göç-ü-r-, uç-u-r-, düş-ü-r-, doy-u-r-
-t eki: Bu ek de çok işlek olan bir ettirgenlik ekidir: uza-t-, dire-t-, inci-t-, ak-ı-t-, az-ı-t-, bildir-t-, kork-u-t-
-dır, -dir,-dur-, -dür, -tır, -tir,-tur -tür eki:Bu ek de ettirgenlik ekidir: ye-dir-, de-dir-, bul-dur-, sev-dir-, sök-tür-, as-tır-,değ-dir-
-ar, -er eki: Çok işlek olmayan bir ettirgenlik ekidir: kop-ar-, çık ar-, gid-er-, çök-er-
-dar, -der eki: İşlek olmayan bir ettirgenlik ekidir: gön-der-, dön der-
-z eki: İşlek olmayan bir ektir. em-i-z- (emzirmek), ut-u-z-(üt-ü-z- kumarda kaybetmek) kelimelerinde vardır.
-a, -e eki: İşlek değildir: dol-a-, tık-a-
-ı, -i, -u, -ü eki: İşlek değildir: kaz-ı-, sür-ü-, bür-ü- -k(a),
-k(e) eki: İşlek değildir: dol-u-k- (gözü dolmak), gör-ük-
-p eki: ?ser-p-, kır-p-? gibi birkaç kelimede görülür.
-y eki: ?ko-y-, do-y- (Kelimenin kökü to-?tır. to-k ismi buradan türemiştir.)
-msa, -mse eki: İşlek değildir: gül-ü-mse-
-ala, -ele eki: Bir hayli örneği olan bir ektir: kov-ala-, eş-ele-, gev ele-, ov-ala-, dur-ala-
-la, -le eki: İşlek değildir: gözet-le-
b. ÇEKİM EKLERİ: İsim ve fiillerin diğer kelimelerle ilgisini kurarak, onları işleyiş alanına getiren, dilde anlam ilişkisini düzenleyen ve dilin varlığını gösteren eklere, ?çekim ekleri? denir. Bu ekler, eklendikleri kelimelerin anlamlarında bir değişiklik yapmazlar.
Çekim ekleri ?isim çekim ekleri? ve ?fiil çekim ekleri? olmak üzere iki grupta toplanırlar. Biz isim çekim eklerini, isim konusunu işlerken; fiil çekim eklerini de fiil konusunu işlerken inceleyeceğiz.
B. ANLAM VE VAZİFELERİ BAKIMINDAN KELİMELER: Anlam ve vazife bakımından üç çeşit kelime vardır: ?İsimler ve isim soylu kelimeler, fiiller ve edatlar?. Bu kelime türlerinden isimler ve fiiller anlamlı kelimeler, edatlar ise görev kelimeleridir.
1. İSİMLER: Canlı, cansız bütün varlıkları, kavramları, vasıfları, şahısları, durumları kısacası, ?nesneleri? tek tek veya cins cins karşılayan kelimelere ?isim? denir. İsimler varlıkların ve kavramların adlarıdır: ?ağaç, su, toprak, ırmak, Trabzon, Ahmet, Atatürk, yağmur, Güneş, Ay?
İsimler, varlıklara ad oluşlarına (varlıklara verilişlerine) göre, oluşlarına göre ve sayılarına göre üç ana kısımda incelenir:
A- Varlıklara Verilişine Göre İsimler:
a) Özel İsimler: Tam bir benzeri olmayan tek varlıkların özel adlarıdır. Takma ve yakıştırma isimlerdir. Özel isimler büyük harfle başlar: ?Atatürk, Trabzon, Marmara, Osman, Mete, Oğuz, Türkiye, Türkçe, İslam, Almanca?
b) Cins İsimler (Tür İsimleri): Aynı cinsten birçok varlığın ortak adıdır. Cins isimler, dilin temel isimleridir. Herkes tarafından tanınır ve bilinirler. Takma, yakıştırma isimler değillerdir: ? ağaç, kitap, bardak, su, masa, dolap, toprak, yıldız, gezegen, karınca, kuş....?
B. Varlıkların Oluşlarına Göre İsimler:
a) Somut (Madde) İsimleri: Duyu organlarımızla algılayabildiğimiz nesnelerin adlarıdır: ? taş, toprak, kirpik, göz, hava, deniz, sıra, kapı...?
b) Soyut (Mana) İsimleri: Duyu organlarımızla algılayamadığımız olguların isimleridir: ?akıl, ruh, sevinç, üzüntü, kızgınlık, sabır...?
C. Sayılarına Göre İsimler:
a) Tekil isimler: Varlıkları tek tek karşılayan isimlerdir: ?ağaç, kuş, meyve, simit, ruh, kitap, yaprak, dağ, göz, insan...?
b) Çoğul İsimler: Varlıkların çokluk şekillerini karşılayan isimlerdir. Türkçedeki tekil isimler +lar, +ler ekiyle çoğul yapılırlar: ?ağaç+lar, kitap+lar, kalem+ler, kapı+lar, öğrenci+ler...?
c) Topluluk İsimleri: Bir arada bulunan aynı cinsten birçok varlığın ortak ismidir: ?ordu, orman, sürü...? Yapıları tekil olduğundan +lar, +ler çokluk ekini alabilirler. ?ordular, ormanlar, sürüler ...?
İsim denildiğinde akla: ?İsimler (Asıl isimler), Ön isimler (Sıfatlar), Adıllar (Zamirler- Asıl isimlerin yerine geçerek onları hatırlatan isimler) ve Zarflar (hâl, durum, zaman, yer, miktar ve soru isimleri)? gelmektedir. Bunların hepsi isim ve isim soylu kelimelerdir.
İSİM ÇEKİMİ: İsimler, isimlerle veya diğer kelimelerle ilgi kurarken bazı çekim ekleri alarak çekime girerler. Başlıca isim çekim ekleri şunlardır: ?Çokluk eki, iyelik ekleri, hâl ekleri, aitlik eki ve soru? ekleridir.
1. Çokluk (+lar, +ler) Eki: Bir isim herhangi bir ek almadan tek bir nesneyi karşılar. Bu hâline, ?ismin teklik hâli? denir. Türkçede nesnenin birden fazla olduğunu ifade etmek için ismin teklik hali üzerine ?+lar, +ler? çokluk eki getirilir.
Türkçede, çokluk eki, istisnalar hariç, başka çekim eklerinin üzerine gelmez: ?ağaç+lar, büyük+ler, koyun+lar, kitap+lar, kadın+lar, erkek+ler, elma+lar...?
Çokluk eki vurguludur, vurguyu üzerine alır.
2. İyelik Ekleri: ?İye? kelimesi Türkçede ?sahip? anlamına gelmektedir. İyelik ekleri, ismin karşıladığı nesnenin, bir kişiye veya bir nesneye ait olduğunu gösteren eklerdir. Demek ki, iyelik ekleri ?sahiplik, aitlik, mülkiyet? ifade eden çekim ekleridir. İyelik ekleri ?ismi, isme bağlarlar?. Şahıslara göre başlıca iyelik ekleri şunlardır:
TEKLİK
1.şahıs: +m
2.şahıs: +n
3.şahıs: +ı,+i, +u, +ü, +sı, +si, +su, +sü
ÇOKLUK
1.şahıs: +mız, +miz, +muz, +müz
2.şahıs: +nız, +niz, +nuz, +nüz
3.şahıs: +ları, +leri
İyelik eklerinden sonra isim çekim ekleri gelebilir. 1. ve 2. tekil ve çoğul şahıslarda, ünsüzle biten bir kelimeye, iyelik eki getirilirken arada bir ünlü (+ı, +i, +u, +ü) türer.
İyelik ekinin kullanımını aşağıdaki örnek çekimlerde görebiliriz:
dayı+m göz+ü+m iş+i+m kapı+m
dayı+n göz+ü+n iş+i+n kapı+n
dayı+sı göz+ü iş+i kapı+sı
dayı+mız göz+ü+müz iş+i+miz kapı+mız
dayı+nız göz+ü+nüz iş+i+niz kapı+nız
dayı+ları göz+leri iş+leri kapı+ları
3. Aitlik Eki (+ki): Aitlik eki +ki iyelik fonksiyonu da taşıması sebebiyle ikinci bir iyelik eki gibi kabul edilebilir. Bu ek ünlüleri kalın olan Türkçe kelimelerde büyük ünlü uyumunu bozar: ?benim+ki, onun+ki, Ali?nin+ki, burada+ki, ortada+ki, evde+ki+n+e...?
4. İsim Hâl Ekleri: Hâl ekleri, ismi, bazen isme, çoğu zaman da fiile bağlayan eklerdir. Dolayısıyla, hâl ekleri esas itibariyle isimlerle fiiller arasında ilgi kuran eklerdir. Türkçede ismin hâlleri bazen eksiz bazen de eklidir. Türkçedeki ismin hâlleri şunlardır:
a) Yalın Hâl (Nominatif Hâl)
b) İlgi Hali (Genitif Hâli)
c) Belirtme (Yapma) Hâli (Akkuzatif Hâli)
d) Yönelme (Yaklaşma) Hâli (Datif Hâli)
e) Bulunma Hâli (Lokatif Hâli)
f) Ayrılma (Uzaklaşma) Hâli (Ablatif Hâli)
g) Vasıta Hâli (İnstrumental Hâli)
h) Eşitlik Hâli (Ekvatif Hâli)
i) Yön Gösterme Hâli (Direktif Hâli).
a) Yalın Hâl (Nominatif Hâl):İsmin, başka bir kelimeye bağlı olmadan, tek başına kullanıldığını gösteren hâlidir: ?ev, kitap, uçak, yol, sevinç, siyah, taş...? İsmin yalın hâli iyelik ve çoğul eki alabilir.
b) İlgi Hâli (Genitif Hâli): Tamlayan hâli olarak da bilinir. İlgi hâl ekleri ?+ın, +in, +un, +ün, +nın, +nin, +nun, +nün? ekleridir. ?Ben? ve ?biz? zamirlerinde ise ilgi hâl eki ?+im? şeklindedir. İlgi hâl eki, bir ismin, başka bir isimli ilgisi olduğunu gösterir: ?ağac+ın (yaprağı), yokuş+un (başı), ben+im (kitabım), biz+im (işimiz), yollar+ın (sonu), üzüm+ün (çöpü), kalem+in (ucu)...?
c) Belirtme (Yapma) Hâli (Akkuzatif Hâli): İsmi fiile bağlayan bir hâl ekidir. İsmin, geçişli fiilin tesirinde olduğunu gösterir. Belirtme hâl ekleri şunlardır: ?+ı, +i, +u, +ü? ?demirler+i (kestim), ev+i (gördüm), sen+i (özledim), babam+ı (çağırmış), türkünüz+ü (söyleyin), korku+n+u (yen)...?
Belirtme hâl ekini, 3. tekil şahıs iyelik ekleriyle karıştırmamak gerekir. İyelik eki, ?sahiplik, aitlik? ifadesi taşırken, belirtme hâli ismi fiile bağlayan bir durum ekidir: (Onun) ev+i (+i iyelik ekidir). Ev+i (gördüm), (+i belirtme hâl ekidir). Ev+i+n+i (gördüm), cümlesinde, evini kelimesindeki birinci +i eki iyelik, ikinci +i eki ise belirtme hâl ekidir.
d) Yönelme (Yaklaşma) Hâli (Datif Hâli): İsmin, kendisine yaklaşma ifade eden fiillere bağlanmak için girdiği hâldir. Yönelme hâl ekleri: ?+a ve +e?dir: ?yakan+a (tak), gökler+e (çıkmış), dağlar+a (sığın), kimse+y+e (karışma), elbisem+e (bak)...?
e) Bulunma Hâli (Lokatif Hâli): İsmin, kendisinde bulunma ifade eden fiillerle münasebette olduğunu gösteren hâlidir. Bulunma hâl ekleri şunlardır: ?+da, +de, +ta, +te?. ?yol+da (gördüm), ev+de (oturduk), sokak+ta (karşılaştık), tepeler+de (bulunur), geri+de (kalma!)...?
f) Ayrılma (Uzaklaşma) Hâli (Ablatif Hâli): İsmin, kendisinden uzaklaşma ifade eden fiillerle münasebetini gösteren ektir. Ayrılma Hâl ekleri şunlardır: ?+dan, +den, +tan, +ten? ?çarşı+dan (döndü), ev+den (çıktı), araba+dan (iniyor), çelik+ten (yapılmış), biz+den (aldı), tarih+ten (öğren), oyun+dan (çıkın)...?
g) Vasıta Hâli (İnstrumental Hâli): İsmin, fiile bir vasıta olduğunu gösteren hâldir. Asıl vasıta hâl eki ?+n?dir. Fakat bu ek bugün kullanımdan düşmüş olup, birkaç kelimede kalmıştır: ?yaz+ı+n, kış+ı+n, yaya+n, öğle+n, gündüz+ü+n, iç+i+n, durmaksız+ı+n gibi?
Bugün ?+n? vasıta ekinin yerini ?ile? edatı ile onun ekleşmiş şekli olan ?+la, +le? eki almıştır:
?el+le, kaşık+la, araba+y+la, uçak+la, sizler+le, tırnak+la, su ile (su+y+la)...?
h) Eşitlik Hâli (Ekvatif Hâli): İsmin, eşitlik, benzerlik, gibilik ifade eden hâlidir. İsmi fiile bağlar. Eşitlik hâl ekleri ?+ca, +ce, +ça, +çe?dir. ?insan+ca, güzel+ce, açık+ça, yavaş+ça, ben+ce, böyle+ce...?
ı- Yön Gösterme Hâli (Direktif Hâli): Bu ek ismi fiile bağlar ve yön anlamı verir. Yön gösterme hâlinin ekleri şunlardır: ?+ra, +re, +arı, +eri? ?son+ra, iç+re, taş+ra, dış+arı, iç+eri, yuk+arı...?
5. Soru Eki (+mı, +mi, +mu, +mü ): İsimlerin soru şeklini yapan ektir. Soru eki, ismi, fiile bağlar. Bu ek diğer +m şekilleriyle karışmasın diye Türkiye Türkçesinde ayrı yazılmaktadır. Soru ekinden sonra gelen ekler ise soru ekine bitişik yazılmaktadır. Bu ek bazı Türk lehçelerinde ise bitişik yazılmaktadır. (Özbek Türkçesi gibi). Soru eki vurgusuzdur. Vurgu her zaman bu ekten önceki hecede bulunmaktadır: Ayşe mi?, Türkiye?nin en güzel şehri İstanbul mudur? vb.
2) SIFATLAR (ÖN ADLAR): Sıfatlar vasıf isimleridir. Sıfatlar kullanımda karşımıza çıkan kelimelerdir. Türkçede tek başına sıfat diye bir kelime yoktur. Mesela ?kırmızı? tek başına bir renk ismi, ?iki? de tek başına bir sayı ismidir. Bu kelimeler ancak kullanım sahasında sıfat olarak karşımıza çıkarlar. ?Kırmızı elma?, ?iki ekmek? dediğimizde ?kırmızı? ve ?iki? kelimeleri sıfat olurlar. Demek ki, bir kelimenin sıfat olabilmesi için, bir isimden önce gelerek onu çeşitli şekillerde nitelemesi veya belirtmesi lazımdır. Sıfatın görev olarak ortaya çıktığı bu kelime grubuna ?sıfat tamlaması? diyoruz (sıfat+isim=sıfat tamlaması). Sıfatlar çekimsizdir. Çekime girdikleri zaman isimleşirler: ?kırmızı elbise? (kırmızı sıfattır.), ?elbisem kırmızıdır? (kırmızı isimdir).
Sıfatlar; ?Vasıflandırma (Niteleme) Sıfatları? ve ?Belirtme Sıfatları? olmak üzere iki grupta incelenir:
1. Vasıflandırma (Niteleme) Sıfatları: Varlıkların vasıflarını bildiren sıfatlara ?vasıflandırma (niteleme)? sıfatları denir. Bu sıfatlar varlıkları; renk, biçim, boy, yapı, ağırlık vb. yönlerinden nitelendirirler. Nesnelerin ne kadar vasfı varsa, o kadar da niteleme sıfatı vardır. Bu sıfatların bir kısmı nesnelerin hareket vasıflarını, bir kısmı da niteleme vasıflarını bildirirler.
?geçen (yaz), gelecek (yıl), kırılası (el), akacak (kan)...( burada kullanılan niteleme sıfatları, nesnelerin hareket vasıflarını bildiren geçici sıfatlar [Sıfat-fiiller]dir.
?beyaz (elbise), yeşil (kazak), altın (yüzük), paslı (çivi), çetin (imtihan), uzun (ağaç), kısa (boy)....(Burada kullanılan niteleme sıfatları ise varlıkların niteleme vasıflarını bildirir ve kalıcı sıfatlardır.)
2. Belirtme Sıfatları: Varlıkları vasfetmeden, çeşitli yönlerden (işaret, sayı, soru, belirsizlik gibi) belirten sıfatlardır. Dört tür belirtme sıfatı vardır: a) İşaret Sıfatları: Varlıkları işaret yoluyla belirten sıfatlardır. Bunlar tek başlarına işaret zamirleridir. Başlıca işaret sıfatları şunlardır: ?bu, şu, o, ol, şol, işbu.? Bugün bu işaret sıfatlarından asıl kullanılanlar: ?bu, şu, o? sıfatlarıdır: ?bu (ev), şu (kitap), o (adam), bu (kapı), şu (cami), o (problem)...? b) Sayı Sıfatları: Sayı isimleri, varlıkların sayılarını bildirme görevinde kullanılırlarsa, ?sayı sıfatı? olurlar. Sayı sıfatları, nesneleri, sayılarını bildirmek suretiyle belirten sıfatlardır. Beş çeşit sayı sıfatı vardır:
1. Asıl Sayı Sıfatları: Nesneleri kesin sayılarla belirten sıfatlardır: ? bir (ekmek), iki (öğrenci), beş (oyuncu), elli (taraftar)...? Asıl sayı sıfatı olarak kullanılan ?bir? kelimesinin özel bir kullanımı vardır. ?Bir? kelimesi ?asıl sayı sıfatı? olarak kullanılabildiği gibi, ?belirsizlik sıfatı? olarak da kullanılabilir. Eğer ?bir? kelimesi sayı görevinde kullanılırsa asıl sayı sıfatıdır: ?Fırından bir ekmek aldım.? ?Bir? kelimesi ?herhangi bir? anlamında kullanılırsa belirsizlik sıfatı olur: ?Sokakta dalgın dalgın yürüyen bir adam gördüm. (herhangi bir adam)?
2. Sıra Sayı Sıfatları: Nesnelerin sıralarını, derecelerini belirten sayı sıfatlarıdır. ?+ıncı, +inci, +uncu, +üncü? isimden isim yapma ekleriyle asıl sayılardan türetilirler: ?birinci (sınıf), üçüncü (maç), onuncu (yıl), altıncı (sokak)?
3. Kesir Sayı Sıfatları: Nesnelerin parçalarını belirten sayı sıfatlarıdır. Sayı isimleriyle yapılırlar: ?Üçte bir, dörtte üç, beşte dört...?
4. Üleştirme Sayı Sıfatları: Nesnelerin sayılarını grup grup gösteren ve ayırma, bölme, paylaştırma, dağıtma ifade eden sayı sıfatlarıdır. Asıl sayılara; ?+ar, +er? isimden isim yapma eki getirilerek yapılırlar: ?birer (ekmek), ikişer (kişi), üçer (sayfa), beşer (ceviz)...?
5. Topluluk Sayı Sıfatları: Yakınlığa dayanan bir nesne topluluğunu ifade eden sıfatlardır. Asıl sayı isimlerinden isimden isim yapma eki ?+z? ile yapılırlar: ?ikiz (çocuk), dördüz (bebek), üçüz (yavru)...?
c) Soru Sıfatları: Nesneleri soru halinde belirten sıfatlardır. Başlıca soru sıfatları şunlardır: ? kaç, hangi, ne, nasıl, neredeki.? ?Kaç çocuk... hangi ev..., ne zaman....?
d) Belirsizlik (Belgisiz) Sıfatları: Varlıkları, belli belirsiz belirten sıfatlardır. Türkçedeki başlıca belirsizlik sıfatları şunlardır: ?bir, bütün, başka, bazı, her, kimi, çoğu, çok, hiç, falan, filan, falanca, filanca, az, fazla...?
Ayrıca, ?öteki, beriki, buradaki, bizdeki? gibi aitlik şekilleri de belirsizlik sıfatı olarak kullanılabilmektedir: ?bir (öğrenci), bütün (arkadaşlar), başka (çocuklar), bazı (insanlar), kimi (gün), çoğu (zaman), fazla (iş)...?
3) ZARFLAR: Yer, zaman, hâl ve miktar isimleridir. Zarflar; başka zarfların, sıfatların ve fiillerin önüne gelerek, onların anlamlarını değiştiren kelimelerdir. Zarflar da sıfatlar gibi esas itibariyle çekimsiz kelimelerdir. Çekim eki aldıkları zaman sıfatlarda olduğu gibi, isimleşirler. Mesela ?...içeri girdi.? cümlesindeki ?içeri? kelimesi yer ve yön zarfıdır. Hâlbuki ?...içeri+y+e girdi.? cümlesindeki ?içeriye? kelimesi doğrudan doğruya isimdir.
Zarfların asıl görevleri fiillerden önce gelerek, onları; yer, zaman, hâl ve miktar bakımından kısıtlaması ve bir çerçeve içine almasıdır. Zarflardan ve sıfatlardan önce gelen zarflar ise daha çok sıfat görevindedirler. ?çok güzel bahçe?, ?pek çok güzel bahçe? tamlamalarındaki ?çok? ve ?pek? kelimeleri zarf görevinden çok sıfat görevindedirler. Türkiye Türkçesinde kullanılan başlıca zarf türleri şunlardır: "Yer ve yön zarfları, zaman zarfları, hâl zarfları, azlık-çokluk (miktar) zarfları.?
a. Yer- Yön Zarfları: Fiilin gösterdiği hareketi yer ve yön bakımından tamamlayan, belirten zarflardır. Başlıca yer-yön zarfları şunlardır: ?ileri, geri, aşağı, yukarı, beri, içeri, dışarı, öte, alt, yan, karşı, uzak, yakın.? ?ileri gidiyor, geri geliyor, aşağı indi, yukarı çıktı, beri gel!, içeri girmiş, dışarı çıkmış, öte geçmiş (öte zarfı daha çok ağızlarda görülür.), alt etti, yan baktı, karşı çıktı, uzak durmuş, yakın gel!.?
b. Zaman Zarfları: Zarf olarak kullanılan çeşitli zaman isimleridir. Fiili zaman olarak belirleyen, fiilin gösterdiği hareketin zaman içindeki yerini gösteren zarflardır. Başlıca zaman zarfları şunlardır: ?dün, yarın, şimdi, şimdicek, gece, gündüz, yazın, demin, demincek, er, geç, erken, daha, kışın, gene, yine, akşam, sabah, sabahleyin, geceleyin, gündüzün, akşamleyin, şimdilik, artık, sonra, öğleleyin, öğleyin, ilkin, evvelâ, daima, hep, henüz, hâlâ, hemen, derhal, bazı, bazen, nihayet, ahir, ekseriya, hâlen, mütemadiyen...?
c. Hâl (Nasıllık- Nicelik) Zarfları: Hâl ve tavır ifade eden zarflardır. Fiilin önünde hâl ifade eden her isim ?hâl zarfı? olur. Bu sebeple sayısız hâl zarfı mevcuttur. Cümle içinde eyleme sorulan ?nasıl, ne durumda, ne şekilde, hangi biçimde,? sorularına cevap veren kelimeler hâl zarfıdır: ?iyi (yapmak), güzel (okumak), hızlı (gitmek), kızgın (bakmak), kardeşçe (geçinmek), durmaksızın (yürümek)...?
d. Azlık- Çokluk (Miktar) Zarfları: Bunlar derece bildiren, azlık çokluk ifade eden zarflardır. Sayıları pek fazla değildir: ?en, daha, pek, çok, az, biraz, fazla, gayet? kelimeleri başlıca miktar zarflarıdır: ?en çok (ben aldım), daha (bitmedi), pek (çalışamadım), az(uyudum), fazla (görmedim).
4. ZAMİRLER: Temsil ve işaret yoluyla nesneleri karşılayan kelimelerdir. Başka bir deyişle zamir; isim olmadığı halde geçici bir süre için ismin yerine geçen, ismin yerini tutan kelimelerdir. Ancak zamirler, isimlerden farklı olarak isimlerin aldığı bütün yapım eklerini almazlar. Ancak bir iki yapım eki alırlar: ?ben+lik, sen+li, ben+cil...? Yine zamirler iyelik eklerini de almazlar. Zamirlerin isimlerden en büyük farkı ise, çekim sırasında zamir köklerinin değişebilmesidir. Hâlbuki isimler çekime girdiklerinde isim köklerinde herhangi bir değişiklik olmaz: ?ben>bana, sen>sana... gibi?
Bu farklılıkların dışında, zamirler, ismin aldığı bütün hâl eklerini alarak çekime girerler: ?ben+i, ban+a, ben+de, ben+den...?
Türkçede kullanılan başlıca zamir türleri şunlardır:
a) Şahıs (Kişi) Zamirleri: Varlıkları şahıslar halinde temsil eden zamirlerdir. Türkçede kullanılan şahıs zamirleri şunlardır:
TEKLİK ÇOKLUK
1. Şahıs Zamiri: ben 1.Şahıs Zamiri: biz
2. Şahıs Zamiri: sen 2.Şahıs Zamiri: siz
3. Şahıs Zamiri: o 3. Şahıs Zamiri: onlar.
Şahıs zamirlerinin isim hâl ekleriyle çekimi de şöyledir:
Yalın: ben sen o biz siz onlar
İlgi: ben+im sen+in o+nun biz+im siz+in onlar+ın
Belirtme: ben+i sen+i o+n+u biz+i siz+i onlar+ı
Yönelme: ba(e)n+a sa(e)n+a o+n+a biz+e siz+e onlar+a
Bulunma: ben+de sen+de o+n+da biz+de siz+de onlar+da
Ayrılma: ben+den sen+den o+n+dan biz+den siz+den onlar+dan
Vasıta: ben+le(n) sen+le(n) o+n+la(n) biz+le(n) siz+le(n) onlar+la(n)
Eşitlik: ben+ce sen+ce on+ca biz+ce siz+ce onlar+ca
Yön gösterme: bana doğru sana doğru ona doğru bize doğru size doğru onlara doğru
b. Dönüşlülük Zamirleri: Şahıs zamirlerinin ikinci tipi durumundadır. Türkçede kullanılan dönüşlülük zamiri ?kendi?dir. ?Öz? kelimesi de bazı ağızlarda dönüşlülük zamiri olarak kullanılmaktadır. Dönüşlülük zamiri de ismin aldığı tüm hâl eklerini alarak çekime girer: ?kendim, kendimin, kendimi, kendime, kendimde, kendimden, kendimce, kendimle, kendime doğru...?
c. İşaret Zamirleri: Varlıkları vasfetmeden ve adlarını karşılamadan, yerlerini göstermek suretiyle belirten zamirlerdir. Başlıca işaret zamirleri şunlardır: ?bu, şu, o, bunlar, şunlar, onlar.? İşaret zamirleri, iyelik ekleri hariç, isme gelen bütün çekim eklerini alarak çekimlenebilirler: ?bu+n+nun, bu+n+lar, şu+n+ca, şu+n+u, o mu?, bu+n+lar+dan, o+n+da, bu+n+a doğru.....?
d. Soru Zamirleri: Nesnelerin soru şeklindeki karşılıklarıdır. İsimlerin yerlerini soru sormak yoluyla tutarlar. İki soru zamiri vardır: ?kim (kimler), ne (neler)? e- Belirsizlik Zamirleri: Hangi nesneyi temsil ettikleri, hangi ismin yerini tuttukları, tam anlamıyla belli olmayan, isimlerin yerini belli belirsiz tutan zamirlerdir. ?kimse ve herkes? asıl belirsizlik zamirleridir. Bunların dışında belirsizlik zamiri gibi kullanılan, iyelik şekilleri vardır: ?biri, başkası, hepsi, bazısı, kimi, kimisi, birisi, hepimiz, bir kaçı, birçoğu, her biri, hiç biri, birçoğumuz.?
5. FİİLLER: Hareketleri karşılayan kelimelerdir. Fiiller, maddî ve manevî, her türlü varlığın yapma, olma, duruş vb. her hareketini karşılar.
Fiil Çekimi: Fiiller cümlede daima çekimli halde bulunurlar. Çekimli fiil, fiil kök veya gövdesinin, zaman, şekil ve şahıs ekleriyle genişletilmiş halidir. Diğer bir deyişle şekle, zamana ve şahsa bağlı olarak bir hareketi karşılayan fiillere ?çekimli fiil? denir. Dolayısıyla çekimli bir fiilde; fiil kök veya gövdesi, zaman veya şekil ekleri ve şahıs ekleri olmak üzere üç unsur bulunur.
?Fiilin zaman ve şekil ifade etmek üzere çeşitli çekim ekleriyle girdiği şekle ?kip? ? denir. Fiil çekiminde kullanılan başlıca çekim ekleri şunlardır: Şekil ve zaman ekleri, şahıs ekleri ve soru ekidir.
1. Şekil ve Zaman Ekleri: Fiil kök veya gövdesinin karşıladığı hareketi, şekle ve zamana bağlayan eklerdir. Fiiller, kullanışa bildirme (haber) veya tasarlama özellikleriyle çıkarlar. Bu özelliklerin her birinin kalıplaşmış şekilleri fiil kiplerini oluşturur. Zaman ve şekil eklerini ?bildirme (haber) kipleri? ve ?tasarlama kipleri? başlığı altında inceleyeceğiz.
A. Bildirme (Haber) Kipleri: Yapılan, yapılmakta olan veya yapılacak olan hareketlerin zamanlarını bildiren kiplerdir. Başlıca haber kipleri ve bu kiplerin çekiminde kullanılan zaman ve şekil ekleri şunlardır:
a. Geniş Zaman Kipi ve Çekimi: Bütün zamanları içine alan, süreklilik bildiren kiptir. Geniş zamanın çekimi; ?-r? ve ?-ar, -er? ekleriyle yapılır. Geniş zaman ekleri hem şekil (bildirme fonksiyonuyla), hem de zaman (geniş zaman fonksiyonuyla) ekleridir. Geniş zamanın çekimine şu örnekleri verebiliriz:
?iste-r-im gez-er-im
iste-r-sin gez-er-sin
iste-r gez-er
iste-r-iz gez-er-iz
iste-r-siniz gez-er-siniz
iste-r-ler gez-er-ler?
Geniş zamanın olumsuz şekli 1. tekil ve 1. çoğul şahıslarda ?-ma, me? olumsuzluk ekiyle yapılırken, diğer şahıslarda ?-maz, -mez? ekiyle yapılır: ?iste-me-m gez-me-m
iste-mez-sin gez-mez-sin
iste-mez gez-mez
iste-me-y-iz gez-me-y-iz
iste-mez-siniz gez-mez-siniz
iste-mez-ler gez-mez-ler?
b. Şimdiki Zaman Kipi ve Çekimi: Hareketin konuşma anında yapıldığını veya yapılmaya başlandığını gösterir. Bugün şimdiki zaman eki olarak ?-yor? eki kullanılmaktadır. Şimdiki zaman eki de hem şekil, hem de zaman fonksiyonlu bir ektir. Şimdiki zamanın olumlu çekimine şu örneği verebiliriz (Her fiil kipi: olumlu, olumsuz, olumlu soru ve olumsuz soru olmak üzere dört şekilde çekimlenirler):
gel-i-yor-um gel-i-yor-uz
gel-i-yor-sun gel-i-yor-sunuz
gel-i-yor gel-i-yor-lar
Şimdiki zamanın olumsuzu ?-ma, -me? olumsuzluk ekiyle yapılır. Ancak ekin ünlüsü ?yor ekinin ?y? ünsüzünün tesiriyle daralarak ?-ı, -i, -u, ü? olur. gel-mi-yor-um gel-mi-yor-uz
gel-mi-yor-sun gel-mi-yor-sunuz
gel-mi-yor gel-mi-yor-lar
Bugün ikinci bir şimdiki zaman şekli daha vardır. Şimdiki zamanın bu şekli ?-makta, -mekte, -mada, -mede? ekleriyle yapılır:
al-makta-y-ım al-makta-y-ız
al-makta-sın al-makta-sınız
al-makta al-makta-lar
Bu iki çeşit şimdiki zaman arasında iki temel fark vardır:
1. -makta, -mekte ekleri daha çok yazı dilinde kullanılır, konuşma dilinde pek kullanılmaz.
2. -yor eki başlamamış, uzak şimdiki zamanı da bildirirken, -makta, mekte ekleri ise başlamış, bir yakın, mutlak şimdiki zamanı karşılar. Mesela ?size gelmekteyim.? derken hareket başlamıştır.
c. Görülen (Belirli) Geçmiş Zaman Kipi ve Çekimi: Görülen, şahit olunan geçmiş zamandır. Eki ?-dı, -di, -du, -dü, -tı, -ti, -tu, -tü? şeklindedir. Olumsuzu ?-ma, -me? olumsuzluk ekiyle yapılır:
gül-dü-m gül-me-di-m
gül-dü-n gül-me-di-n
gül-dü gül-me-di
gül-dü-k gül-me-di-k
gül-dü-nüz gül-me-di-niz
gül-dü-ler gül-me-di-ler
d. Öğrenilen (Belirsiz) Geçmiş Zaman Kipi ve Çekimi: Rivayet edilen (anlatılan), nakledilen geçmiş zamandır. Eki ?-mış, -miş, -muş, müş?tür. Olumsuzu ?-ma, -me? olumsuzluk ekiyle yapılır:
gör-müş-üm gör-me-miş-im
gör-müş-sün gör-me-miş-sin
gör-müş gör-me-miş
gör-müş-üz gör-me-miş-iz
gör-müş-sünüz gör-me-miş-siniz
gör-müş-ler gör-me-miş-ler
e. Gelecek Zaman Kipi ve Çekimi: Hareketin gelecekte yapılacağını gösteren zamandır. Eki, ?-acak, -ecek?tir. Olumsuzu ?-ma, -me? olumsuzluk ekiyle yapılmaktadır:
sev-ecek(ğ)-im sev-me-y-ecek(ğ)-im
sev-ecek-sin sev-me-y-ecek-sin
sev-ecek sev-me-y-ecek
sev-ecek(ğ)-iz sev-me-y-ecek(ğ)-iz
sev-ecek-siniz sev-me-y-ecek-siniz
sev-ecek-ler sev-me-y-ecek-ler?
B. Tasarlama (Dilek) Kipleri: Bu kipler zaman ifade etmeyen; tasarlanan, tasavvurda olan hareketleri ifade etmek için kullanılan fiil kalıplarıdır. Bu kalıplarda kullanılan ekler, zaman bildirmeyen, ?şekil? ekleridir. ?Şart, gereklilik, istek ve emir? olmak üzere dört çeşit tasarlama kipi vardır.
a. Şart Kipi ve Çekimi: Hareketin, bir şarta bağlı olarak, düşünüldüğünü ifade eder. Zaman bildirmez. Şart kipinin eki ?-sa, -se?dir. Olumsuzu ?-me, -ma? olumsuzluk ekiyle yapılır.
al-sa-m al-ma-sa-m
al-sa-n al-ma-sa-n
al-sa al-ma-sa
al-sa-k al-ma-sa-k
al-sa-nız al-ma-sa-nız
al-sa-lar al-ma-sa-lar
b. Emir Kipi ve Çekimi: Tasarlanan hareketin, emirle yapılmasını işaret eden kiptir. Emir kipinde her şahsın ayrı ekleri vardır. Bazı şahıslar da eksizdir. 1.tekil ve 1.çoğul şahsın emir çekimi yoktur. Emir çekiminin olumsuzu da ?-ma, -me? olumsuzluk ekiyle yapılır.
Tekil 1.Şahıs:---------------- ------------------
2. Şahıs: gel gel-me
3. Şahıs: gel-sin gel-me-sin
Çoğul:1. Şahıs: --------------- -----------------
2. Şahıs: gel-in (geliniz) gel-me-y-in
3. Şahıs: gel-sinler gel-me-sinler?
c. Gereklilik Kipi ve Çekimi: Tasarlanan hareketin gerekliliğini gösterir. Eki: ?-malı, -meli?dir. Olumsuzu yine ?-me, -ma? ekiyle yapılır:
sat-malı-y-ım sat-ma-malı-y-ım
sat-malı-sın sat-ma-malı-sın
sat-malı sat-ma-malı
sat-malı-y-ız sat-ma-malı-y-ız
sat-malı-sınız sat-ma-malı-sınız
sat-malı-lar sat-ma-malı-lar
d. İstek Kipi ve Çekimi: Fiilin gösterdiği hareketi istek şeklinde ifade eden kiptir. Eki ?-a, -e? ekleridir. Olumsuzu olumsuzluk ekiyle yapılır:
koş-a-y-ım koş-ma-y-a-y-ım
koş-a-sın koş-ma-y-a-sın
koş-a koş-ma-y-a
koş-a-lım koş-ma-y-a-lım
koş-a-sınız koş-ma-y-a-sınız
koş-a-lar koş-ma-y-a-lar
C. Fiillerin Birleşik Çekimleri: Türkiye Türkçesinde bildirme ve tasarlama kiplerinde kullanılan asıl zaman ve şekil ekleri üzerine, ek-fiilin (isim-fiil, ana yardımcı fiil, cevherî fiil), ?i- (imek)? fiilinin; hikaye (idi), rivayet (imiş) ve şart (ise) şekillerinin getirilmesiyle oluşturulan fiil çekimidir. Bu çekimin kalıbı şöyledir:
?Fiil kök veya gövdesi+asıl zaman eki+i- (hikâye, rivayet, şart) fiili+şahıs eki? ?sor-u-yor-du-m, gel-ecek-miş-iz, sakla-sa-y-dı-n...? Fiillerin birleşik çekimi üç şekilde yapılır:
a) Hikâye Birleşik Çekimi: Asıl zaman veya şekil ekleri üzerine i- fiilinin hikâyesi (idi) getirilerek yapılır. Tüm birleşik çekimlerde, çekim sırasında i- fiilinin ünlüsü düşer. ?Emir kipi? hariç tüm kiplerin hikâye birleşik çekimi vardır: ?gel-ir-di-m (gelir+idim, geniş zamanın hikâyesi gibi), geliyordum, geldiydim, gelmiştim, gelecektim, gelseydim, geleydim, gelmeliydim...?
b- Rivayet Birleşik Çekimi: Asıl zaman ve şekil ekleri üzerine i- fiilinin rivayeti (imiş) getirilerek yapılır. ?Görülen geçmiş zaman? ve ?emir? kiplerinin dışındaki bütün kiplerin rivayet birleşik çekimleri yapılabilir: ? gelirmişim, geliyormuşum, gelmişmişim, gelecekmişim, gelseymişim, geleymişim, gelmeliymişim...?
c) Şart Birleşik Çekimi: Asıl zaman ve şekil ekleri üzerine i- fiilinin şartı (ise) getirilerek yapılır. ?emir, şart ve istek? kiplerinin şart birleşik çekimi yoktur. Diğer kiplerin ise şart çekimi vardır: ? gelirsem, geliyorsam, geldiysem, gelmişsem, geleceksem gelmeliysem...?
D. İsim-Fiil ve Çekimi: Ek fiil (i- fiili) aslında yardımcı fiildir. Bir önceki konuda gördüğümüz gibi fiil çekimlerinde asıl zaman ve şekil ekleri üzerine gelerek ?fiillerin birleşik çekimlerini? yaparlar.
Ek-fiilin bir başka görevi de ?isimlere? yardımcı fiil olarak gelip, onların, çekimli bir fiil gibi, cümlede yüklem göreviyle kullanılmasını sağlamaktır.. Ek fiil bu göreviyle ?isim cümleleri? kurar. Bu fonksiyonundan dolayı ek-fiile aynı zamanda ?isim-fiil? de denir. İsim fiilin; ?şimdiki zaman, hikâye, rivayet ve şart? çekimi olmak üzere, dört çekimi vardır:
a) İsim-Fiilin Şimdiki Zaman Çekimi: Ekleri şunlardır:
Teklik: 1. Şahıs: -ım, -im, -um, -üm
2. Şahıs: -sın, -sin, -sun, -sün
3. Şahıs: -dır, -dir, -dur, -dür
Çokluk: 1. Şahıs: -ız, -iz, -uz, -üz
2.Şahıs: -sınız, -siniz, -sunuz, -sünüz
3. Şahıs: -dırlar, -dirler, -durlar, -dürler, -tırlar, -tirler, turlar, -türler?
güzel-im çalışkan-ım yorgun-um
güzel-sin çalışkan-sın yorgun-sun
güzel-dir çalışkan-dır yorgun-dur
güzel-iz çalışkan-ız yorgun-uz
güzel-siniz çalışkan-sınız yorgun-sunuz
güzel-dirler çalışkan-dırlar yorgun-durlar"
NOT: İsim-fiilin tüm çekimlerinde olumsuzluk ?değil? edatıyla yapılır: ? güzel değilim, çalışkan değilim, yorgun değilim gibi.?
b) İsim-Fiilin Hikâye (Belirli Geçmiş Zaman)Çekimi: İsimlere, isim-fiilin hikâye (idi) ekinin getirilmesiyle çekilir. İsim-fiilin tüm çekimlerinde, çekim sırasında ?i-? fiilinin ünlüsü düşer: "akılllı-y-dı-m (akıllı+idi+m) akıllı-y-dı-n akıllı-y-dı akıllı-y-dı-k akıllı-y-dınız akıllı-y-dı-lar?
c) İsim-Fiilin Rivayet (Belirsiz Geçmiş Zaman) Çekimi: İsimlere isim-fiilin belirsiz geçmiş zaman (imiş) ekinin getirilmesiyle çekilir: ?doğru-y-muş-um (doğru+imiş+im) doğru-y-muş-sun doğru-y-muş doğru-y-muş-uz doğru-y-muş-sunuz doğru-y-muş-lar?
d) İsim-Fiilin Şart Çekimi: İsimlere, isim-fiilin şart çekimi (ise) getirilerek yapılır: ?öğrenci-y-se-m (öğrenci+ise+m) öğrenci-y-se-n öğrenci-y-se öğrenci-y-sek öğrenci-y-se-niz öğrenci-y-se-ler?
E. Yardımcı Fiiller: İsimleri fiil gibi çekime sokmakta kullanılan yardımcı fiillerdir. Aslında birer fiil kökü olan bu kelimelerden yardımcı fiil olarak yararlanılmaktadır. ?et-, ol-, kıl-, eyle-? fiilleri başlıca yardımcı fiillerdir: ? yardım et-, kabul ol-, niyaz eyle-, kolay kıl-...?
2. Şahıs Ekleri: Çekimli fiillerde, hareketi yapan veya olan şahsı ifade eden eklerdir. Şahıs ekleri fiil çekiminde zaman ve şekil eklerinden sonra gelir. Yani, şahıs eklerinin çekimdeki yeri, en sondadır. Türkiye Türkçesinde ?zamir kaynaklı? ve ?iyelik kaynaklı? olmak üzere iki tür şahıs eki vardır. Emir kipinin çekiminde kullanılan eklerin ayrı bir şahıs eki tipi olduğu da düşünülmektedir.*
a. Zamir Kaynaklı Şahıs Ekleri: Belirli geçmiş zaman (di?li geçmiş zaman), şart ve emir kipinin dışındaki bütün kiplerde kullanılan şahıs ekleridir. Bunlar, aslında şahıs zamiri iken sonradan ekleşerek bu duruma gelmişlerdir. Zamir kaynaklı şahıs ekleri şunlardır:
Teklik: 1. Şahıs: -ım, -im, -um, -üm
2. Şahıs: -sın, -sin, -sun, -sün
3. Şahıs: ------------------------
Çokluk: 1. Şahıs: -ız, -iz, -uz, -üz
2. Şahıs: -sınız, -siniz, -sunuz, -sünüz
3. Şahıs: -lar, -ler
"gel-i-r-im, al-ı-yor-sun, gül-ecek(ğ)-iz, oyna-mış-sınız, gel-se-ler, sev-meli-y-iz, gel-e-sin...?
b. İyelik Kaynaklı Şahıs Ekleri: Bu ekler aslında, iyelik eki iken zamanla fiil şahıs eki haline gelmişlerdir. Sadece belirli geçmiş zaman (di?li geçmiş zaman) ve şart kipinin çekiminde kullanılırlar. İyelik kaynaklı ekler şunlardır:
Teklik: 1. Şahıs: -m
2. Şahıs: -n
3. Şahıs: .....
Çokluk: 1. Şahıs: k(a), k(e)
2. Şahıs: -nız, -niz,-nuz, -nüz
3. Şahıs: -lar, -ler?
FİİLERDE ÇATI: Fiillerde çatı, özneye ve nesneye göre fiilin durumunu bildirir. Özneye ve nesneye göre fiil çatılarının durumu şöyledir:
1) Özneye Göre Fiil Çatıları:
a. Etken Fiil: Doğrudan doğruya öznenin yaptığı işi anlatan fiillerdir: ?tat-, yıka-, gör-, bul-, duy-? Bu tür fiiller, cümlede özne alır.
b. Edilgen Fiil: Gerçek öznesi belirtilmeyen veya belli olmayan fiillerdir. Edilgen fiil çatıları, etken çatılı fiillere ?-(ı)l? ve ?-n? ekleri getirilerek yapılır: ?kır-ıl-, yıka-n-, gör?ü-l-, bil-i-n-,?
c. Dönüşlü Fiil: İşi yapanın da, o işten etkilenenin de aynı kişi olduğunu gösteren fiillerdir. Bu çatı esas olarak ?-(ı)n-? ekiyle kurulur. Bazı fiillerde ?-(ı)l, -(ı)ş? ekleri de dönüşlü çatılı fiiller yaparlar: ?tara-n-, koru-n, soy-un-, döv-ün-, üz-ül-, sık-ıl-...?
d. İşteş Fiil: Bir işin birden çok özne tarafından veya karşılıklı olarak yapıldığını gösterir. Bu çatının eki ??(ı)ş?dir: ? döğ-üş-, sev-iş-, gör-üş-, tanı-ş-, anla-ş-, gül-üş-, bul-uş-...?
2) Nesneye Göre Fiil Çatıları:
a. Geçişli Fiil: Cümlede fiilin bildirdiği harekete bağlı olarak özne bir varlığa etki ediyorsa, bu cümlenin fiili geçişlidir. Basit bir deyimle, nesne alan cümlelerin fiillerinin çatısı ?geçişli?dir. Böyle fiiller ?neyi, kimi, ne? sorularına cevap verirler: ?kır-, sev-, bul-, ara-, gör-, al-, çal-, döğ-, ver-...? b. Geçişsiz Fiil: Fiilin hareketi, doğrudan doğruya özneye yönelikse, yani, fiil ayrıca bir nesne almıyorsa, fiilin çatısı geçişsizdir: ?bık-, yat-, uyu-, din-, ağla-, dal-, ....?
c. Oldurgan Fiil: Geçişsiz fiillerin, ?-t, -dır (-dir, -dur,-dür, -tır, -tir, -tur, -tür), -der ve ?r? eklerinin yardımıyla geçişli kılmasıyla yapılan fiil çatılarıdır: ? yat->yat-ı-r-, uyu->uyu-t-, bık->bık-tır-, din->din-dir-, ağla >ağla-t-....?
d. Ettirgen Fiil: Geçişli veya oldurgan fiillere; ?-t, -r, -tir? ekleri getirilerek geçişlilik dereceleri yükseltilir. Böyle fiilere ettirgen çatılı fiiller denir. Ettirgen fiillerde, işin başkası tarafından yapılması veya işi başkasına yaptırma fonksiyonu vardır: ? iç->iç-ir-, taşı-> taşı-t->taşı-t-tır-, sez->sez-dir>sez-dir-t-...? örneklerde görüldüğü gibi ettirgenlik ekleri üst üste gelerek fiilin geçişlilik derecesi yükseltilebilir.
3. SORU EKİ: Fiileri soru şekline sokan eklerdir. Soru ekleri isimlerde de fiillerde de aynıdır (-mı, -mi, -mu, -mü). Soru eki fiil çekiminde, zamir kaynaklı şahıs ekleriyle çekilirken, genellikle şahıs eklerinden önce, diğerlerinde şahıs eklerinden sonra kullanılırlar: ?güler mi-y-im, gülecek mi-y-im, oynadın mı, gülsem mi, geliyor mu-s-un...? Soru eki vurgusuz olup vurgu bu ekten önceki hecede görülür.
FİİLİMSİLER
Fiil kök ve gövdelerinden türeyen, nesnelerin hareket vasıflarını karşılayan, varlık adlarını niteleyen, zarf görevinde kullanılan, olumsuzu yapılabilen; ancak fiil çekimine giremeyen kelimelere fiilimsiler denir. Yargı bildirmezler. Fiilimsiler isim-fiiller, sıfat ? fiiller, zarf ? fiiller olmak üzere üçe ayrılır.
a) İsim- Fiiller (mastarlar): Fiil kök ve gövdelerinden türeyen, eylem adları olan kelimelerdir. İsim-fiiller, asıl isimlerden farklı olarak, nesneyi hareketine göre adlandırırlar. İsim ve isim soylu kelimelerin bütün özelliklerini gösterirler. İsim fiiller kelime kök ve gövdelerine ? ? mak, -ma, -iş? ekleri getirilerek yapılır. Ol-mak, kaç-mak, oku-mak, gez-mek; bil-me, kal-ma, gel-me, git me; gül-üş, oku-y-uş, dur-uş, al-ış vb.
-mak, -mek eki: Bu ek fiil kök ve gövdelerinden eylem (hareket) adları (isim-fiiller)yapar. Görmek, olabilmek, çalışmak, gülmemek, bitirmek, dinlenmek vb.
-ma, -me eki: Bu ek de -mak eki gibi fiil kök ve gövdelerine getirilerek eylem adları yapar. Kapanma, söyleme uyuma, çalışma, görme, ölçme, okuma, yazma, kazma, gezme vb.
-ış, -iş eki: Diğer iki ek gibi fiil kök ve gövdelerine getirilerek eylem adları yapar. Açılış, bakış, anlayış, gülüş, satış, artış vb.
b) Sıfat-Fiiller (ortaçlar): Fiil kök ve gövdelerinden türeyen, fiillerin zamanına bağlı olan sıfat ve isim şekilleridir. Fiillere gelen sıfat- fiil ekleriyle yapılırlar. Sıfat-fiil ekleri şunlardır,
-an, -en eki: Geniş zaman ifade eder. Şekil ve zaman eki durumuna geçmez. Yalnız sıfat-fiil eki olarak kullanılır. Gül-en( adam), yüksel-en (borsa), çalış-an (öğrenci) vb.
-r (-ar, -er; -ır, -ir) eki: Geniş zaman ifade eden sıfat-fiil ekidir. Az kullanılır. Geniş zaman için daha çok ?ar, -er sıfat-fiil eki kullanılır. Tut-ar (el), gör-ür (göz), geç-er( not), ol-ur (iş) gibi.
-mış, -miş eki: Geçmiş zamanı ifade eden, işlek bir sıfat-fiil ekidir. Kızar-mış (elma), susa-mış( toprak), sark-mış (dudak),yan-mış (surat) ( gibi.
-dık, -dik, -duk, -dük; -tık, -tik, -tuk, -tük eki: Geçmiş zaman ifade eden çok işlek bir sıfat-fiil ekidir. Ekin ünlü ve ünsüzleri geldiği kelimenin ünlü ve ünsüzlerine göre uyuma girer. tanı-dık, bil-dik( kimse), duyulma-dık (söz), tut-duğ-un (yol), geç-tiğ-i (yer) gibi.
-acak, -ecek eki: Gelecek zamanı ifade eden işlek bir ektir. Gel-ecek (ay), yak-açak (odun), tutul-acak (yol) doğ-acak çocuk, yat-acak yer, gibi.
-maz, -mez eki: Bu ek, olumsuz geniş zaman sıfat-fiil ekidir. ağrı maz (baş), bit-mez (iş), din-mez (ağrı), sön-mez (ateş) gibi.
-ası, -esi eki: Gelecek zaman ifade eden sıfat-fiil ekidir. Çık-ası (can), öl-esi (kişi), sevil-esi( dünya), ezil-esi (böcek) gibi.
-ıcı, -ici, -ucu, -ücü eki: İşlek bir sıfat-fiil ekidir. Kal-ıcı iz, sürükle y-ici roman, üz-ücü olay, açıkla-y-ıcı bilgi gibi
c) Zarf -Fiiller (ulaçlar): Fiil kök ve gövdelerinden türeyen, zarf olarak kullanılan fiil soylu kelimelerdir. Zarf fiiller şahsa ve zamana bağlanmayan bir hareket hâlini karşılar.
Zarf fiiller ya tek başlarına zarf şeklinde kullanılırlar ya da yardımcı fiillerin önüne gelerek birleşik fiil yaparlar. Çekimlenemeyen bir fiil şeklidir. Zarf fiillerde zaman, şahıs ve çokluk teklik kavramı yoktur. Zarf fiil ekleri şunlardır.
-a, -e eki: Genellikle ikilemeler kuran, çok işlek zarf-fiil ekidir. Gid-e gid-e, gel-e gel-e, gül-e gül-e, düş-e kalk-a gibi.
-ı, -i, -u, -ü eki: Türkçede eskiden beri kullanılan bu zarf-fiil eki bugün al-ı-vermek, koş-u-vermek, gör-ü-vermek, sor-u vermek, gid-i vermek gibi birleşik fiillerde kullanılır.
-ıp, -ip, -up, -üp eki: Çok işlek bir zarf-fiil ekidir: gör-üp, duy-up, ver-ip, al-ıp, sev-ip, koş-up, ağla-y-ıp, uyu-y-up gibi.
-arak, -erek eki: Bu da çok işlek bir zarf fiil ekidir. yaz-arak, oku-y-arak, gül-erek, düş-erek, koş-arak, var-arak vb.
-ınca, -ince, -unca, -ünce eki: Hareket hâlinin ortaya çıktığı zamanı gösterir ve doğrudan zaman zarfı olarak kullanılır. İşlek bir zarf-fiil ekidir. Ver-ince, düş-ünce, oku-y-unca, al-ınca, gör-ünce, koş-unca vb.
-madan, -meden eki: Türkçede çok eski dönemlerden beri kullanılan ve olumsuzluk bildiren zarf-fiil ekidir. gel-meden, ver-meden, al-madan, gör-meden, koş-madan, düş-meden vb. gibi şekillerde kullanılır.
-ken eki: İmek fiilinin zarf fiilidir. küçük-ken, hasta-y-ken, çocuk-ken vb. şekillerde kullanılır.
EDATLAR
Yalnız başlarına anlamları olmayan, ancak cümledeki diğer kelime ve kelime grupları arasında ilişki kurarak gramer vazifesi üstlenen kelimelerdir.
Edatları
a) Şekil ve kaynaklarına göre
b) Fonksiyonlarına göre olmak üzere iki grupta inceleyebiliriz.
a) Şekil ve Kaynaklarına Göre Edatlar: Bu edatlar, yapı, kaynak ve mahiyetleri bakımından beş grupta incelenir:
1.Fiilden türeyenler: Çekim ekleri veya zarf fiillerle türetilmişlerdir. göre, öte, isterse, bakalım v.b. örneklerinde olduğu gibi umumiyetle çekim ve bağlama edatları olarak kullanılırlar.
2. İsimden türeyenler: İsimlerden umumiyetle hâl ekleriyle türetilirler. için, sonra, taşra, vb. gibi.
3. Ses taklidi özelliğinde olanlar: İnsan veya tabiat seslerini taklit ya da his ve hadiseleri yorumlayıp ses şeklinde ifade eden sözlerdir. Seslenme, ünleme, cevap ve hayret edatları ah,vay, ay, ey,oy, oh, vah v.b. böyle türemiştir.
4. Yabancı kaynaklı edatlar: Arapça ve Farsça kaynaklı edatlardır. Daha çok bağlama edatları arasında görülür. eger, meger, lâkin, fakat gûyâ vb.
5. Yapısı ve kaynağı bilinmeyen edatlar: Eski Türkçeden itibaren tarihi metinlerde isim ve fiillere gelebilen adın, ök, erki gibi edatlardır.
b) Fonksiyonlarına Göre Edatlar: Kullanıldıkları yer ve özelliklerine göre edatları on grupta inceleyebiliriz.
1) Çekim Edatları: İsimlerden sonra gelerek, bağlı olduğu isimle cümlenin diğer unsurları arasında zaman, mekân, yön, benzerlik, başkalık kuran edatlardır. asıl, aşağı, başka, beraber, bile, böyle, çeşit, degin, doğru, emsal, evvel, gayri, geri, gibi, göre, için, ile, kadar, misal, mukabil, nazaran, ögün, öte, ötrü, özge, üzere, rağmen, sıra, sonra, ta, teg, üste, üstün, yana yukarı, ziyade vb...
2) Bağlama Edatları: Cümleleri veya cümle içinde kelimeleri ve kelime gruplarını anlam veya şekil itibariyle birbirine bağlayan edatlardır. ama, ancak, artık, bakalım, bari, belki, bereket versin, bırak ki, bilakis, bilhassa, bilmem ki, binaenaleyh, bir de, böylece, bununla beraber, çünkü, daha, değil mi, demek ki, dolayısıyla, eğer, esasen, evet, fakat, galiba, gayri, gerçi ki, görelim, güya, ha, hâlbuki, hâlde, hani, hasılı, hatta, hele, hiç, hiç değilse, hiç olmazsa, hiç şüphesiz, ihtimal ki, ile, ise, ki, kim, kim bilir, lakin, madem ki, meğer, mesela, nasıl, nerde, niçin, nihayet, ola ki, olmaya ki, olsa olsa, öyle, öyle ki, sade, sadece, sakın, sanki, şöyle şu kadar ki, şüphesiz, ta, tabii, üstelik, varsa, ve, velhasıl, velev ki, veya, veyahut, ya, yahut, yine, yani, zahir, zaten, zira ki vb.
3) Kuvvetlendirme Edatları: Bağlama, seslenme, karşılaştırma, cevap verme gibi edatlar, cümle içinde asli fonksiyonlarının yanında kuvvetlendirme de yaparlar. Bu durumda kullanılan edatlara kuvvetlendirme edatları denir. a, acep, asla, dahi, değil, evet, ha, hatta, hele ki, hiç, illa, ise, gibi.
4) Karşılaştırma-Denkleştirme Edatları: Bağlama edatlarının bir çeşidi olan bu edatlar karşılaştırılan grupları veya unsurları bir birine mukayese suretiyle bağlar. Umumiyetle bağladıkları unsurlardan önce gelirler.
ama... ama, ara... ara, da... da, eğer... eğer, gerek... gerekse, hem... hem, ne...ne, ya...ya, ya... ya da vb.
5) Soru Edatları: acaba, kaç, hangi, nasıl, niçin, niye vb. soru bildiren kelimelerdir. Soru edatı olarak kullanılan bu kelimelerin bir kısmı doğrudan soru ifade ettikleri hâlde bir kısmı da ?mı, mi? eki veya ?ne? soru edatıyla birlikte kullanılır.
6) Çağırma-Hitap Edatları: Daha çok konuşma dilinde veya samimi anlatımlı şarkı, türkü, hikâye ve şiirlerde görülür. İsim veya unvanlardan önce gelerek hitap fonksiyonunda kullanılırlar. a, e, ey, ayol, be, behey, bre, hadi, hey, ilahi, kı, ya, yahu gibi kelimelerdir.
7) Cevap Edatları: Bu edatlar kabul veya red ifade eden edatlardır. evet, hayır, yok, değil, peki, hay hay gibi. Söz arasında iyi, güzel, olur, olmaz gibi bazı isimler veya fiiller de kullanışları itibarıyla cevap edatı sayılabilir.
8) Gösterme Edatları: Hareketleri işaret suretiyle gösteren sözlerdir. aha, ha, nah, ta, işte gibi kelimelerdir.
9) Tekerrür Edatları: Fiillerden önce gelerek hareketin miktar ve tekrar sayısını belirten edatlardır. bir, bir defa, daha, defa, katiyyen, gene, kerre, kez, yine, gibi kelimelerdir.
10) Ünlemler: Takdir, temenni, dua, hayret, üzüntü, pişmanlık gibi duygu ve heyecan bildiren edatlardır. Genellikle tabiat seslerini taklit veya hislerin yorumlanarak ses şeklinde ifadesiyle oluşurlar.
a, abov, abo, aferin, ah, amin, ay, bereket versin, eh, eyvah, ha, hah, haşa, hay, hayhat, hey gidi hey, o, oo, oh, oh oh, of, peh, tu, vah, vallahi, yazık, yuf, yuh ulan vb.
3. ANLAM BİLİMİ (SEMANTİK)
Bugün anlam bilim konuları içinde düşünülebilecek olan kimi konuların, örneğin nesne ile onun dildeki karşılığı, yani adı arasında bir ilişki bulunup bulunmadığı sorununun daha MÖ IV. Yüzyılda Hindistan?da Yaska tarafından, aynı yüzyılda ise eski Yunan?da Platon tarafından tartışıldığını biliyoruz.
Batıda retorik, Doğuda ilmü?l belaga adı verilen, iyi ve etkileyici konuşmayı sağlayıcı bilgiler bütünü de bugün anlambilim çerçevesi içine giren çeşitli konulara el atmıştır. Ortaçağda dil bilgisi konularının yanı sıra sözlükçülükte gelişmeler görülmüştür. Bu da sözcük anlambilimi ile ilgili çalışmaların ne denli eskiye dayandığını göstermektedir.
Anlama duyulan ilginin dile duyulan ilgi oranında eskilere uzandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Efsane ve dinî inanışlarda sözün büyülü, ilahî bir niteliği olduğuna inanılmasının temel kaynağı, muhteva ya da anlamdadır. Eski Yunan?da felsefe tabanına dayalı dil çalışmalarında anlama duyulan ilgi de şüphesiz daha geniş bir çerçevede ele alınması gereken bir konudur. X. XI. Yüzyılda İslamiyeti kabul eden Türkler arasında Kur?an ayetlerini anlama ve yorumlama çalışmaları da anlambilimle ilgilidir. Açıkçası anlam konusundaki tartışmalar, geniş ölçüde ?gerçeğin niteliği? konusundaki genel tartışmanın yalnızca bir bölümünü oluşturmaktadır.
Eski Yunan?dan bu yana felsefe, mantık, edebiyat ve anlam incelemelerinin iç içe olduklarını görmekteyiz. MS 5. yüzyılda ?yeni platoncu? felsefeci Proclus, tüm anlam değişim alanını incelemiş ve bu gün de kullanılan temel biçimleri -kültürel değişim, eğretileme, anlam genişlemesi ve daralması- gibi tespit etmiştir. Öte yandan kimi felsefeciler yanında özellikle Aristo?nun, anlam değişmeleri dışında anlamın niteliği ve kelimelerin davranışları konusunda özgün düşünceler ortaya koyduğunu görmekteyiz. Bir örnek vermek gerekirse, bugün de kullandığımız ?biçim kelime? (form-word) anlamlı kelime ayrımını Aristo?ya borçluyuz. Kelimeyi en küçük anlamlı söz birimi olarak ilk tanımlayan da odur.
Ancak anlambilimle ilgili çalışmalar bu kadar eskiye gitmekle birlikte, bu konudaki ciddi çalışmalar XIX. Yüzyılın son çeyreğinde başlatılmış ve anlam bilimin ilk temelleri bu dönemde atılmıştır. Fransa?da M.Bréal ?Essai de sémantiğue? adlı kitabında (1897) anlam konusunu geniş bir çerçeve içinde ele alıyor, onun biçimle ilgisi, anlamların oluşumu, sözdizimiyle olan bağlantısı, eşanlamlılık, anlam değişmeleri gibi sorunlara geniş yer veriyordu.
XX. yüzyılın başlarında İsveçli bilgin Saussure, dil bilime ?gösterge? kavramını getirmiştir. Bugün gösterge bilimde üçlü bir bölümleme kabul edilmektedir: Sözdizimi, kullanım bilgisi ve anlambilim. Kullanım bilgisi, göstergelerin yorumlayanlara bağlantısını, anlam bilimi, göstergelerin uygulanabilecekleri nesnelerle bağıntısını, sözdizimi ise; göstergelerin birbirleriyle olan ilişkilerini belirler. Elma, sıra, masa, ağaç gibi somut kavramlar zihnimizde belli bir görüntü, belli bir tasarım oluştururlar ve dildeki karşılıkları olan göstergeler yardımıyla yazıya aktarılabilirler. Bunların yanı sıra gerçek, acıma, sevgi, saygı, dilek gibi pek çok soyut kavram ancak dille vardır. Bu kavramlar zihinde belli bir tasarım, bir görüntü oluşturmadıkları halde dil aracılığıyla başkalarına aktarılabilmektedir.
Tamba-Mecz (1991) anlam bilim ile ilgili çalışmaların tarihini üç döneme ayırmaktadır. 1) Gelişmeci dönem: (1883?1931), sözcüklerin tarihi, dildeki anlamların gelişmesi anlam bilime özgü yasaların konması gibi konularla uğraşılan Breal, Trier gibi bilginlerin dönemi. 2) Karma dönem: (1931?1963), sözcüklerin tarihi ve söz varlığının kuruluşu gibi konuların ele alındığı dönem. 3) Dil ile ilgili modeller dönemi: 1963?ten günümüze kadar uzanan bu dönemde kelimenin anlambiliminden cümle anlambilimine geçişin ağırlık kazandığı dönemdir.
Bizde, ?anlam bilim? adıyla yapılan çalışmaların başlangıç tarihi 1970?li yıllardır. Ancak, Tanzimat dönemi edebiyatında Şinasi?nin önderliğinde başlatılan dilde sadeleştirme ve yazı dilini konuşma diline yakınlaştırma çabalarını, daha sonraki dönemlerde ise şekilden ziyade muhtevâya önem verilmesi ile ilgili çalışmaları anlambilimle ilgili buluyoruz. Cumhuriyet dönemi şiirinin önemli temsilcisi Orhan Veli: ? Şiirin bir mana sanatı olması hiç de fikir sanatı olmasını gerektirmez. Şiirdeki mana, resimdeki renk, musikideki ses gibi bir şeydir. İnsanı şaşırtan nokta, mananın da fikir gibi dille anlatılması noktası. Şiirde sadece bir hassasiyet, bir edâ, daha kestirme deyimiyle bir manâ zevki aranır.? demesi bu görüşümüzü güçlendirmektedir.
Bugün anlambilim çalışmaları birçok araştırıcı tarafından dilbilim açısından ele alınmakta, anlambilimi; sözcük anlambilimi ve cümle anlambilimi olarak iki alanda incelemektedirler. Prof. Dr. Doğan Aksan Anlambilimi ve Türk Anlambilimi (1971) adlı eserinde Durgun anlambilim ve Gelişmeli (tarihsel) anlambilim ayrımını da dile getirmektedir.
Tarihi gelişimini kısaca verdiğimiz anlam bilimi, dildeki kelimeleri, kelime gruplarını ve cümleleri anlam yönünden ele alan kelimelerin ses yapıları ile o kelimelerin ifade ettiği kavramlar, yani dil ve düşünce yapısı arasındaki ilişkileri inceleyen bir dil bilim dalıdır diye tanımlamak doğru olacaktır.
A. KELİMEDE ANLAM
Dil, insanların duygularını, düşüncelerini, tasarımlarını... anlattığı bir araçtır. İnsan, kavramlarla düşünür. Kavram; dünyadaki nesnelerin, biçimlerin, olgu, durum ve hareketlerin dilde anlatım buluşudur. Çevremizdeki ve düşünce dünyamızdaki kavramları anlatmak için, o kavramın dilde karşılığı olan kelimeleri kullanırız. Kelimeler ise, üzerinde anlam taşıyan birer semboldürler. Söylendiklerinde zihinde bir kavramı canlandırırlar. Kelimelerin, nesnelerin, olayların kavrayışımızda uyandırdığı izlenimlere ise anlam diyoruz.
Kavramlar somut ise, zihnimizde o kavramın karşıladığı varlığın şekli canlanır. ?Limon? dediğimizde, aklımızda limonun şeklinin bir an canlandığı hatta ağzımızın sulandığını hepimiz biliriz. Her kelimenin bir de ses yönü vardır. Her kelime üç boyutlu bir özellik taşır.
Anlam (Kavram) -> Kelime -> Biçim (İmaj)
Sözcük çalışmaları, dil çalışmalarının temelini oluşturur. Dil, milli karakterin belirmesinde en etkin bir araçtır. Milletler kültürlerini dilleriyle oluşturur, korur ve varlığını onunla sürdürür. Dille kültür arasında sıkı bir ilişki vardır. Tarihte, dillerini kaybetmeleri sonunda milli karakterlerini yitiren toplulukların varlığı bir gerçektir. Bu bakımdan dilimizi iyi tanıyıp, geliştirmemiz gerekmektedir.
Kelimede anlam cümle içinde netleşir. Aşağıdaki örneklere bakılacak olursa ?çekmek? kelimesinin anlamının ancak cümlenin diğer öğeleriyle birlikte ortaya çıktığı görülür.
a) Çocuk masa örtüsünü çekti. (Örtüyü kendine doğru getirdi.)
b) Kadın o adamdan çok çekti. (Büyük sıkıntılara katlandı.)
c) Adam bıçak çekti. (Bıçağını saldırmak için çıkardı.)
d) Yemek suyunu çekti. (Kaynamaktan yemeğin suyu azaldı.)
e) Bankadaki parasının tamamını çekti. (Bankadaki hesabını kapattı.)
f) Orhan fotoğraf çekti. (Görüntüyü filme aldı.)
g) Odun 300 kilo çekti. (300 kilo ağırlığı olduğu belirlendi.)
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Anlam bilimin temel konusunu ?anlam değişmeleri?oluşturmaktadır. Kelimenin yansıttıkları kavramların her birini ayrı ayrı anlam olarak düşünüyor, onun değişik anlamlarını kelimenin anlam çerçevesi içinde ele alıyoruz. Kelimeler sözlüğe temel anlamı esas alınarak girerler. Belki küçük bir kısım yan anlamıyla da sözlüklere alınmıştır. Ancak mecaz anlam kazanmış sözcüklerin birçoğu bu anlamıyla sözlüğe girmemiştir. Türkçedeki sözcüklerin ne kadar çok mecaz anlam kazandığını düşündüğümüzde, dilimizin anlatım gücünün ne denli yüksek olduğu ortaya çıkacaktır.
a) Kelimenin Anlam Çerçevesi:
1. Temel Anlam: Bir kelimenin dilde kazandığı ya da o kelimenin söylendiğinde akla gelen ilk ve yaygın anlamıdır. Sözlük anlamı olarak da söylenebilir. Kelimenin cümle içinde kazanmış olduğu anlam değil, yalnız başına söylendiğinde akla gelen anlamıdır. ?Göz? görme organı,? kulak? duyma organı gibi.
2. Yan Anlamlar: Bir sözcüğün temel anlamının dışında, kullanıma bağlı olarak, temel anlamıyla ilgili kazandığı yeni anlamlardır. Temel anlamı görme organı olan ?göz? kelimesinin yan anlamları şunlar olabilir:
a) Suyun gözüne yakın bir yerde piknik yaptık. (Suyun kaynağı)
b) Evimiz, bir salon iki oda bir mutfak olmak üzere dört gözdür. (Evin bölümleri)
c) O kadar zayıflamış ki, iğnenin gözünden geçer. (İğne deliği)
d) Masanın gözünden kalemimi verir misin? (Masanın çekmecesi)
e) Bahar geldi, ağaçlar göz çıkarmış. (tomurcuk) Buradan ?göz aşısı? olarak terimleşmiştir.
3. Terim Anlamı: Bir bilim dalının, sanat alanın, mesleğin özel kelimelerine terim denir. Terim anlamı kesinlik bildirir ve çoğu geneldir. Yani bütün dünya dillerinin ortak malıdır. Tüm bilimlerin, sanat dallarının ve her mesleğin kendilerine özgü terimleri vardır. Dilbilim, anlambilimi, sözcük, cümle, hece, ünlü, ünsüz, kelime kökü, ek...dilbilim; açı, üçgen, çokgen, toplama, çıkarma, bölme, geometri, logaritma,.. matematik; ova, vadi, akarsu, debi, meridyen, kutup... coğrafya; tuval, resim,fırça, boya...ressamlık;.. terimleridir.
4. Mecaz Anlamı: Bir sözcüğün gerçek anlamının dışında, başka bir kavram yerine kullanılması yoluyla kazandığı anlamdır. Sözcük, bu yeni anlamını benzetme veya aktarma yoluyla kazanır. Mecaz anlam kazanan sözcük genellikle soyut bir anlam taşır. Sözcüğün bu yeni anlamı, cümle içinde kazandığı geçici bir anlamdır. Mecaz anlamı, iki alt başlıkta incelemek mümkündür.1- Deyim aktarması, 2- Ad aktarması. Bunlar söz sanatı sayılan anlam olaylarındandır.
Deyim aktarması: Benzetmeyle ilgili olan mecazlardır Aralarında uzak yakın ilgi bulunan iki kavram arasında benzetme yoluyla ilişki kuran, birinin adını ötekine aktaran bir eğilim, bir söz sanatıdır. Çoğunlukla anlatıma güç kazandırmak, etkili olmak amacıyla, ya da kısa yoldan anlatmak üzere bir kelimeyi yeni bir anlamla, değişik bir kavramı yansıtmak üzere kullanma isteği ile seçilen bir anlatım yoludur. Başlangıçta kişiye ait iken, zamanla toplum fertleri tarafından kullanıldıkça genelleşip dile yerleşmiştir.
Deyim aktarmalarına yazı dilinde, halk dilinde, özel dillerde (özellikle argoda) rastlanır. Soyut kavramların yazı diline oranla az olduğu hâlk dilinde soyutu somutla anlatma yönelimi oldukça fazladır.
Deyim aktarmalarının türleri şunlardır:
a) Organ ve vücutla ilgili kelimelerin tabiata uygulanması: Ağız, burun, kol, boğaz, göz, baş, sırt, bel gibi insanla ilgili organların, tabiata uygulanmasıdır. Geriye dönüp baktığında, ne sırtlar aşıp, ne boğazlar geçtiğini görüp: ? Ya Rabbi! bu kadar yolu ben mi yürüdüm?? diye söylendi.
b) Tabiat ile ilgili kelimelerin insana uygulanması: Nasıl insanla ilgili kelimeler başka varlıklara isim oluyorsa, başka varlıklarla ilgili kelimeler de insana isim olabilmektedir. Tabiattaki nesneler için kullanılan ?sert, yumuşak, keskin, sivri, ağır, hafif, pişkin, odun, inci gibi? kelimeler insanlar için kullanılabildiği gibi, her dilde kullanılan ?aslan, kurt, eşek, öküz, ayı, tilki, melek, şeytan? gibi hayvan ve varlık isimleri de benzetme yoluyla insanlar için kullanılabilmektedir: - Annem bir melektir. - O ne şeytandır, siz bilmezsiniz. - Her işten sıyrılmasını bilen bir tilkidir o. - Sert gibi görünen, pamuk kalpli biridir. - Bizim aslanlar yine destan yazdılar. - En ağır sorulara karşı keskin zekâsına güvenirdi. - Çevresinde hafif biri olarak tanınır.
c) Somutlaştırma: Soyut bir durum veya kavramı, aktarma yolu ile, somut kavramları karşılayan kelimelerle anlatmaya somutlaştırma denir. Somutlaştırma benzetmeye dayalı bir söz sanatıdır.
? Ayaklarının üstünde durmasını bilmelisin, birilerinin kanatları altına sığınmanın zamanı geçmiştir. (Kendi kazancıyla; çabalarıyla yaşamak, ?ayakları üstünde durmak? deyimiyle; birilerinin koruyuculuğunu istemek, ?kanatları altına sığınmak? deyimiyle somutlaştırılmıştır.)
? Belli oldu. Komşu kızına abayı yakmış. (aba: kaba giysi)
? Öyle sıkıntılıydı ki, kendi kendine: ?Kafayı yiyeceğim!? diye söyleniyordu.
d) Duyularla ilgili kavramlar arasında aktarmalar: Beş duyumuzla ilgili kavramlar arasında ilişki kurarak aktarılmasıdır. Bu mecazlar da deyim aktarması olarak değerlendirilmektedir.
- Dedemin tatlı sohbeti, herkesi etrafına toplardı.(tatlı sohbet)
- Onun acı sözleri, kendisini yalnız bırakmaya yetti. (acı söz)
- Bizi oldukça sıcak karşıladılar. (sıcak karşılamak)
- Selim Han, çok sert mizaçlı bir hükümdar olmalı ki ona Yavuz demişler.(sert mizaçlı olmak)
Ad Aktarması (Mecaz-ı Mürsel): Birbirleriyle ilgili kavramlardan birini söyleyip ötekini anlatma işidir. Bu söz sanatında benzetme amacı güdülmez. Sadece bir sözün başka bir söz yerine kullanılmasıdır.
- Okul dağıldı. ( Ders bitti, öğrenciler evlerine gitti.)
- Ankara bu işe sıcak bakmıyor. ( Cumhurbaşkanı ve TBMM)
- Son günlerde Peyami Safa?yı okuyorum. (Peyami Safa?nın eserlerini)
- Tarlalara bereket yağdı. (Yağmur)
- Rektör, KTÜ?ye seslendi. (Üniversitede çalışanlar ve öğrencilere)
B. KELİMELER ARASI İLİŞKİLER
1. Eş Anlamlılık: Yazılışları ve okunuşları ayrı olmakla birlikte anlamları bir olan sözcüklerdir. Dünyada konuşulan her dilde ?eşanlamlı? olarak adlandırılan öğeler vardır. Ancak bunlar tamamen birbirinin aynısı olmayıp, yalnızca yakın anlama gelen kelimelerdir. Bir dil ne kadar çok işlenirse, ne kadar edebî ürün verirse, kavramlar artar, yeni yeni somut ve soyut kavramlar ortaya çıkar.
Dilimiz eş anlamlılar açısından incelenecek olursa ne kadar zengin bir kelime hazinesine sahip olduğu ortaya çıkar. ?darılmak ? küsmek - gücenmek ? kırılmak ? incinmek - alınmak?; ?bıkmak ? bezmek ? usanmak ? sıkılmak?; ?dilemek ? istemek?; ?çevirmek - döndürmek? gibi aralarında ince anlam ayrılıkları olan Türkçe eşanlamlılar dilimizde yaşamaktadır. Ayrıca ?değer ? kıymet?; ?deprem - yer sarsıntısı ? zelzele?; ?baş ? kafa?; ?ak ? beyaz?;? akıl ?us?; ?yüz ? surat ? çehre?; ? kent ? şehir ? il?; ?doğru - dürüst? gibi Türkçe kelimeler ve yabancı dillerden alınma eşanlamlı kelimeler de vardır.
2. Yakın Anlamlılık: Anlam bakımından birbirine çok yakın olmakla birlikte kullanım yerleri farklı olan sözcüklerdir. Bu sözcüklerde aslında az da olsa anlam farklılığı vardır. Küsmek, gücenmek, darılmak kelimeleri anlamdaş gibi görünseler de anlam farklılıkları vardır. Şöyle ki: Arkadaşım bana küsmüş.(gücenme ve darılmadan ileri bir durum) Arkadaşım bana gücenmiş.(küsme yok, bir incinmişlik söz konusu) Arkadaşım bana darılmış.(gücenmeye göre biraz daha ileri bir durum) ?çalışmak, çabalamak, uğraşmak, didinmek?; ?görmek, bakmak?; ?öfkelenmek, kızmak?; ?dilemek, istemek? kelimeleri de yakın anlamlıdır.
3. Karşıt (Zıt) Anlamlılık: Anlam yönüyle zıt olan sözcüklere zıt anlamlı sözcükler denir. Beyaz-siyah; güzel-çirkin; İyi-kötü; uzun-kısa; genç-yaşlı; sıcak-soğuk; eski-yeni; büyük-küçük... gibi kelimeler zıt anlamlıdır. Ancak, sözcüklerin olumlu-olumsuz biçimleri zıtlık ifade etmez. gelmek - gelmemek; görmek - görmemek; iyi - iyi değil; güzel - güzel değil gibi
4. Eşseslilik (Sesteşlik): Yazılışları aynı olmakla birlikte anlamları farklı olan sözcüklerdir.
Yüz : surat, çehre
Yüz : sayı (100)
Yüz- : denizde yüzmekten emir. (geçişsiz fiil)
Yüz- :derisini soymaktan emir. (geçişli fiil)
At : binek hayvanı
At- : atmaktan emir
Bazı sözcükler incelendiğinde köken anlamının genişlemeye uğradığı ve çok anlamlılığı meydana getirdiği görülür. Sesteş kelimelerden farklı olarak, çok anlamlı kelimeler birbirine benzeyen varlıklara ad olurlar. İnsan kolu, kapının kolu, makinenin kolu, yeşilay kolu, keşif kolu, ceketin kolu; insanın yüzü, kitabın yüzü, yastık - yorgan yüzü gibi. Bu tür kelimeler incelendiğinde sesteşlikten ziyade, çok anlamlılık dikkati çeker.
5. Soyut ve Somut Anlamlılık: Maddesi bulunmayan kavramları anlatan sözcüklere soyut anlamlı sözcükler diyoruz. Sevgi, saygı, hoşgörü, inanç, nefret, kin, kindarlık, güzel, güzellik, hürriyet, duygu... gibi birçok kelimeyi saymak mümkündür. Duyu organlarımızla varlıklarını tespit ettiğimiz, maddenin katı, sıvı ve gaz hallerinden biri halinde bulunan varlıkları anlatan sözcüklere ise somut anlamlı sözcükler diyoruz. Masa, sıra, kalem, kitap, defter, ağaç,çocuk....
Bazı sözcükler temel anlam itibariyle somut anlamlı olmakla birlikte kullanım yerine göre soyut anlamlar kazanabilir. Fareden korktuğunu görünce: ?Amma yüreksizmiş diye düşündüm? Yüreksiz=korkak
6. Dolaylama: Az sözle anlatılabilecek kavramları daha fazla sözcükle dile getirme işidir. - Atatürk için (Ulu önder, büyük insan, Türklerin atası) - Ankara için (Türkiye?nin kalbi, Türkiye?nin merkezi) - Kıbrıs için (Yavru vatan) - Türkiye için (Ana vatan) - Sigara için (Filtreli ölüm) denilmesi gibi.
7. Anlam değişmeleri: Bir kelimenin gösterdiği anlamdan az veya çok uzaklaşarak yeni bir anlam kazanması olayına ?anlam değişmeleri? diyoruz. Anlam değişmesinde eski anlamla yeni anlam arasında uzak-yakın ilgisi bulunan veya hiç ilgisi bulunmayan yeni bir kavram ortaya çıkabilir. Mantık açısından anlam değişmeleri başlıca beş grupta toplanabilir:
a) Anlam daralması,
b) Anlam genişlemesi veya genelleşme,
c) Başka anlama geçiş (ya da anlam kayması).
d) Anlam iyileşmesi,
e) Anlam kötüleşmesi.
Şimdi bu türler üzerinde ayrı ayrı duralım:
a) Anlam daralması: Kelimenin eskiden anlattığı şeyin ancak bir bölümünü, bir türünü anlatır duruma gelmesi, ilk şekline göre anlamında bir daralma görülmesidir. Eski Türkçe ?oğlan? (erkek ve kız çocuk, evlat), Türkiye Türkçesinde ?oğlan? (erkek çocuk); dirilmek (tirilmek) eskiden yaşamak, öldükten sonra dirilmek anlamındayken Türkiye Türkçesinde sadece öldükten sonra dirilmek, kullanımları bu konuya örnektir.
b) Anlam genişlemesi: Anlam kapsamı dar olan bir kelimenin zamanla ilgili bulunduğu kavram alanı içinde yayılarak daha geniş, daha genel bir anlam kazanması olayıdır. ?Kültür? kelimesi aslında ?ekilmeye hazır toprak, tarla? anlamını verirken, zamanla ?verim, birikim? kavramındaki anlam sınırının çok genişlemesi ile ?yüzyıllar boyunca elde edilen maddi manevi değerler bütünü anlamını kazanmıştır. Eski Anadolu Türkçesinde ?ödül? kelimesi, yalnız Anadolu ağızlarında ?güreşte kazananlara verilen armağan, mükâfat? anlamıyla kullanırken, bu günkü Türkçede ?her yarışmada kazanana verilen armağan, mükâfat? anlamını kazanmıştır. ?alan? boş arazi anlamındayken günümüzde uğraşı dalları edebiyat alanı, müzik alanı, sosyal bilimler alanı, fen bilimleri alanı, güzel sanatlar alanı gibi anlamlar kazanmıştır. ?Kol? ve ?dal? kelimeleri de aynı anlam genişlemesine uğramıştır.
c) Başka anlama geçiş: Somut veya soyut nitelikteki kelimelerin benzetme yolu ile kullanılışları dolayısıyla, zamanla anlamlarında meydana gelen kayma veya kayma yoluyla kalıplaşmasıdır. Bu olayın ?anlam değişmesinden? farkı, kelimenin benzetildiği şey ile arasındaki anlam bağının tamamen kopmamış olmasıdır. Kimi zaman toplum hayatındaki değişmelere, kimi zaman doğrudan doğruya ruhî etkilere ya da başka nedenlere bağlanan bu değişikliklere her dilde rastlanmaktadır. ?aslanağzı? (bir çiçek adı); ?Sakınmak? sözcüğü eskiden düşünmek, tasalanmak anlamındayken günümüzde ?korumak, gözetmek? anlamını; ?üzmek? sözcüğü koparmak anlamındayken duygu bildiren üzülmek, üzüntü duymak anlamını kazanmıştır. Bu sözcük, tespih üzüldü, yani tespihin ipi koptu, anlamında, bugün de kullanılmaktadır.
d) Anlam iyileşmesi: Kötü anlamlı bir kelimenin zamanla iyi bir anlam kazanması şeklinde tarif edebiliriz. Eski Türkçede çok defa ?yablak? (kötü, fena) kelimesi ile birlikte kullanılan ?yabız yablak? (kötü, fena) anlamında XVI. yüzyıldan sonraki gelişme ve ses değişmesi ile bugün Türkiye Türkçesinde ?yavuz? şekline ve ?iyi, yiğit, kahraman? anlamlarına dönüşmesi gibi. Bu kelime: ?Yavuz hırsız ev sahibini bastırır.? atasözünde eski anlamıyla kullanılmaktadır.
e) Anlam kötüleşmesi: İyi anlamlı bir kelimenin zamanla kötü veya kötüye doğru giden bir anlam kazanması; bu yönde bir zayıflamaya uğraması olayı diye tanımlayabiliriz. Eski Anadolu Türkçesindeki ?canavar? (canlı, mahlûk) kelimesinin bu gün ?yırtıcı vahşi hayvan? anlamına dönüşmesi bu konuya ilgi çekici bir örnektir.
4. CÜMLE BİLGİSİ (SENTAKS)
Bir durumu, düşünceyi, duyguyu, olayı, tasarımı yargı bildirerek anlatan, kelime veya kelime dizisine “cümle” denir.
Tanıma göre cümlenin özelliklerini şu şekilde sıralamak mümkündür:
a) Cümle, bir kelimeden kurulabilir. Bununla birlikte cümlelerde müstakil kelimeler yanında kelime grupları anlamlı bir bütünlük oluşturacak şekilde sıralanabilir.
Cümlenin kurulabilmesi için, yargı bildiren çekimli bir fiil veya ek fiille çekimlenmiş bir isim yeterlidir. “Geliyorum.”, “Ağladı.”, “Çalıştı.”, “Güzeldir.”, “Öğrenciyim.” vb.
b) Cümlede yargı bildiren unsur yüklemdir. Cümle, yüklem üzerine kurulur. Yüklemin bildirdiği yargı, ihtiyaca göre yardımcı unsurlarla desteklenir. Çıkar.
Dışarı çıkar.
Yüzünün akıyla dışarı çıkar.
İşte böyle yüzünün akıyla dışarı çıkar.
Hesabını doğru veren işte böyle yüzünün akıyla dışarı çıkar. (ÖS., Yüz Akı)
c) Karşılıklı konuşmalarda kullanılan soru-cevap cümleleri bazen sadece yüklemden meydana gelebilir. Hatta “evet, hayır, yok, değil” gibi cevap edatları da kullanılabilir. Böyle cümlelerde anlam, kendisinden önceki cümleyle tamamlanır.
Arkadaşı Ahmet’e sordu:
– İstanbul’da ne yapacaksın?
– Gezeceğim.(İstanbul’da gezeceğim)
– Gitmişken Topkapı sarayına da var.
– Varırım. (Topkapı Sarayına da varırım.)
– Süleymaniye’yi de unutma.
– Unutmam. (Süleymaniye’yi de unutmam, orayı da gezerim.)
d) Yüklemin anlamı “özne” ve “tümleç” adı verilen cümle unsurlarıyla tamamlanır. Tümleçler (nesne, yer tamlayıcısı, zarf), cümlenin yardımcı unsurlarıdır. Cümlenin ikinci dereceden önemli unsuru öznedir. Tek kelimelik bir cümlede dahi öznenin varlığı, yüklemin taşıdığı şahıs ekinden anlaşılır. “Çalışıyorum.” cümlesinde, “-(u)m” şahıs eki, şahıs zamiri cinsinden “ben” öznesini işaret etmektedir.
e) Türkçe cümlelerde “yüklem” genellikle sonda bulunur. Konuşma dilinde ve manzum eserlerde anlatımı güçlendirmek için, yüklemi sonda olmayan devrik cümleler de kurulabilir. - Bu tür söylentiler yeni yeni ortaya çıkmaya başladı. - Yeni yeni ortaya çıkmaya başladı bu tür söylentiler.
f) Cümlede her zaman müstakil kelimeler kullanılmaz. Grup oluşturmuş kelimeleri de kullanırız. Birden fazla kelimeden oluşan, yargı bildirmeyen ancak varlık, nitelik, durum ve hareketleri karşılayarak cümle içerisinde çeşitli görevler üslenen kelime gruplarının adları, özellikleri ve görevleri aşağıda incelenmiştir.
1.KELİME GRUPLARI: Kelime grubu, varlığı, niteliği, durumu, hareketi karşılamak üzere birden çok kelimenin belirli kurallar ile yan yana getirilmesiyle oluşan, yapı ve anlamındaki bütünlük dolayısıyla cümle içinde tek bir nesne veya hareketi karşılayan ve herhangi bir yargı bildirmeyen kelime topluluğudur. Kelime gruplarının temel görevleri şunlardır:
1. Dilimizde tek kelime ile karşılayamadığımız somut ve soyut varlıkları adlandırmak için kelime gruplarından faydalanılır. "aslanağzı", "adatavşanı", "Divan edebiyatı", "sayı saymak", “göz atmak”, “yazı makinesi” “okuryazar olmamak”, “rahmet okutmak” “gidivermek, düşeyazmak” vb.
2. Varlık, kavram, nitelik, durum ve hareketlerin, anlamlarını genişleterek, belirterek, pekiştirerek karşılar. “Mehmetçik, Türk köylüsünün müşterek adıdır.”cümlesi; Mehmetçik, vatan hizmeti için, tarlasını, sabanını, annesini, karısını, çocuğunu terk ederek, ordunun hizmetine girmiş; devletin emirlerine mutlak surette itaat eden, onun gösterdiği gaye uğrunda ölen Türk köylüsünün müşterek adıdır. (MK) şeklinde genişletilerek ifade edilebilir.
A. KELİME GRUPLARININ ÖZELİKLERİ
a) Kelime grupları, cümle ve diğer kelime grupları içinde tek kelime gibi, isim, sıfat, zarf ve fiil görevi yapar.
Büyük devlet olmanın şartlarından biri / de / zengin ve hareketli bir dile / sahip olmaktır.
büyük devlet olmanın şartlarından biri: Belirtili isim tamlaması
büyük devlet olmanın şartlarından biri de: Bağlama grubu
büyük devlet: Sıfat tamlaması / zengin ve hareketli bir dile: Sıfat tamlaması
bir dil: Sıfat tamlaması / zengin ve hareketli: Bağlama grubu sahip olmak: Birleşik fiil
b) Kelime grubunun yapısında ve manasında bir bütünlük vardır. Cümle içinde bir bütün olarak değerlendirilirler. Cümlelerin içinde tek bir kelime gibi çekime girerler. İşletme ekleri ile diğer kelime veya kelime gruplarına bağlanırlar.
c) Kelime gruplarında unsurların sırası, konuşma ve şiir dilinde bozulabilir. “Baktım ve anladım ki o ejderdi canlanan” (canlanan ejder) Ben, kimsesiz seyyahı meçhuller caddesinin (meçhuller caddesinin kimsesiz seyyahı) Ben, yankısından kaçan çocuk, kendi sesinin (NFK) (kendi sesinin yankısından kaçan çocuk) Yürü Altın nesli, demir Oğuz’un (NFK) (Demir Oğuz’un altın nesli)
B. KELİME GRUPLARININ ÇEŞİTLERİ A
Ad (isim) Tamlaması: Bir veya daha çok adın, bir başka adın anlamını tamamlamak üzere kurduğu birliktir.
a) Ad tamlamasında en az iki unsur bulunur. Birinci unsur (tamlayan), ikinci unsura ilgi hâli eki ile bağlanır. Bu hâl zamirlerde ekli, isimlerde ise ekli veya eksiz olabilir. Tamlamanın ikinci unsuru (tamlanan) daima iyelik eki taşır. Ad tamlamasında ana unsur sonda bulunur. Birinci unsur tamlayan, ikinci unsur tamlanandır.
ad + ad (+ iyelik eki) = ad tamlaması
Çiçek + bahçe +si = çiçek bahçesi Çoban çeşmesi, saman yolu, Ankara keçisi, Van kedisi vb.
Ad (+ ilgi eki ) + ad (+İyelik eki ) = ad tamlaması
- ın, -in -ı,-i,-u,-ü - un,-ün - sı Sınıf +ın kapı +sı = sınıfın kapısı Anasının gözü, evin önü, yolun sonu vb.
b) Ad tamlamasında birinci unsur ilgi hâli eki almışsa bu tamlama "belirtili ad tamlaması"dır.
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar (NFK) (evlerin bacası) Zil, şal ve gül. Bu bahçede raksın bütün hızı... (YKB) (raksın hızı) “Aynası ufkumun ateşten bayrak! (Ufkumun aynası) Babamın külleri sen kara toprak!”(NFK) (Babamın külleri) “aynası ufkumun” örneğinde olduğu gibi, devrik cümlelerde, belirtili ad tamlamalarının unsurları yer değiştirebildiği gibi, iki unsur arasına başka unsurlar da girebilir. Şehrin, öteden beri onarılmayı bekleyen yolları, nihayet elden geçiriliyor.
c) Ad tamlamalarında, tamlayan eksiz, tamlanan ek almış ise bu tür tamlamalara "belirtisiz ad tamlaması" denir. Tamlananı 3. kişi iyelik ekini (-ı,-i, u,-ü) alır.
Edebiyat kitabı, yüz görümlüğü, yazı masası, boya kalemi, Türk edebiyatı, Türk tiyatrosu vb.
Örneklerde de görüldüğü gibi belirtisiz ad tamlaması genel bir nesneyi, bir türü karşılar ve tamlayan ve tamlanan arasında daima bir ilişki mevcuttur. Araya üçüncü bir unsur girmez. "Meslis eski başkanı", "Kayseri eski milletvekili" gibi söyleyişler, Türkçenin yapısına aykırıdır. "eski" sıfatı, iki unsurun arasında değil, bunların başında bulunmalıdır. "Eski meclis başkanı", “Eski Kayseri milletvekili” gibi.
d) "Kurtkapanı", "Adapazarı", "Kuşadası", “Boğaziçi” gibi bazı kelimeler belirtisiz ad tamlaması kuruluşunda olmasına rağmen, birleşik ad olarak kabul edilir. Ancak, Edirne + kapısı, Top + kapısı, Arnavut + köyü gibi belirsiz ad tamlaması kuruluşundaki isimlerin tamlanan unsurundaki iyelik eki düşerek; Edirnekapı, Topkapı, Arnavutköy şeklinde kalıplaşmıştır.
e) Belirtili ad tamlaması, bir başka belirtili ad tamlamasının tamlayan unsuru olabilir ya da en az iki ad tamlaması birleşebilir. Bu tür ad tamlamalarına da “Zincirleme ad tamlaması” adı verilir. Yol arkadaşımın kardeşi geldi. Cümlesinde “yol arkadaşı ve arkadaşımın kardeşi” olmak üzere iki tamlama vardır. “kardeş” adı “yol arkadaşı” ad tamlaması tarafından tamlanmıştır:
adamın çocuklarının / hüznü (tamlayan, adamın çocukları)
yüzümün çizgilerinin / derinliği (tamlayan, yüzümün çizgileri)
denizin sularının /serinliği (tamlayan, denizin suları)
Okulun bahçe duvarı yıkıldı. Cümlesinde ise “bahçe duvarı” tamlaması “okul” adıyla tamlanmıştır.
Zamirlerle kurulan tamlamalar da isim tamlamasıdır. Benim kitabım, senin kalemin, onun defteri, bizim evimiz, sizin işiniz, onların arabası vb. Birinci tekil ve birinci çoğul şahıs zamirlerine getirilen “-ın, - in” tamlayan eki “-im” olur.
2. Sıfat Tamlaması: Bilindiği gibi sıfatlar yalnız başlarına kullanılmazlar. Daima bir adın tamlayıcısı konumundadırlar. Adları niteler veya belirtirler. Bir adın anlamının daha iyi açıklanabilmesi için bir sıfat tarafından tamlanmasıyla oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Bu dizilişte sıfat "tamlayan", ad ise "tamlanan" görevindedir.
Sıfat + ad = Sıfat tamlaması
karlı + dağlar =karlı dağlar
yeşil + yapraklar = yeşil yapraklar
güzel çocuk, büyük oda, yürüyen bebek, güler yüz, ağlayan göz vb.
a) Sıfat tamlamasında sıfat, "tamlayan", isim "tamlanan"dır. Uzun (sıfat) / boy (ad) kızarmış / yüz sonsuz / ufuk
b) Aslında sıfatlar da isim soylu kelimelerdir. Bir ismin önünde kullanıldığı zaman sıfat görevi yaparlar. İsim tamlamaları gibi ilgi ve iyelik eki almazlar. Ancak tamlanan durumundaki isim adı geçen ekleri alabilir.
c) Tamlayanı sıfat fiil veya sıfat fiil grubu olan bir sıfat tamlamasında nesne, hareket niteliği ile tamamlanır. ağlayan / çocuk duymadığım, görmediğim bir / dünya s i s i ç) Bir sıfat tamlamasında, ismi niteleyen aynı türde birden fazla sıfat unsuru bulunabildiği gibi, birden fazla ad unsuru da tamlanan olarak bulunabilir.
Soluk, süzgün, ince bir yüz
Siyah kaş, göz, kirpik ve saçlar, beyaz tenine güzellik katmıştı.
d) Nesnenin neden yapıldığını belirten "altın bilezik", "gümüş yüzük", "demir kapı", “tahta sandalye” gibi tamlamalar ad tamlaması değil, sıfat tamlamasıdır. Bu tamlamaları "altından bilezik. altından yapılmış bilezik", "gümüşten yüzük, gümüşten yapılmış yüzük", "tahtadan sandalye, tahtadan yapılmış sandalye" olarak sıfat tamlaması kuruluşunda genişletebiliriz.
e) daha iyi, en güzel, çok acı örneklerinde olduğu gibi "miktar ve derece" bildiren kelimelerle kurulan yapılar da sıfat tamlaması olduğu gibi; "Karabiber", "alabalık", "genel müdür" gibi birleşik kelimeler de sıfat tamlamasıdır.
f) Sıfat tamlaması cümle içinde isim ve isim tamlamaları gibi özne, nesne, yer tamlayıcısı, zarf ve ek fiille çekimlenerek yüklem görevinde kullanılabilir. Kurumuş yapraklar rüzgârın önünde uçuşuyordu.(özne) Her gün bana uğramadan duramaz. (zaman zarfı) Bu esrarlı yerde geceyi geçirdik.(yer tamlayıcısı) Yüksek tepeden engin denizi seyrettim. (nesne) Benim sadık yârim kara topraktır. (AVŞ) (yüklem)
3. Sıfat- fiil Grubu: Sıfat fiiller, fiil köklerine getirilen -an / -en, -r, -ar / -er, -dık / dik, -maz / -mez, -mış / -miş, -acak / -ecek, -ası / -esi ekleriyle yapılırlar. Bir grup halinde bulunurlar. Grubun ana unsuru sıfat fiildir. Grupta yüklem görevi yapar. Bu unsurlar birlikte, cümlede özne, nesne, yer tamlayıcısı ve zarf olarak adlandırılır. Basit sıfatlar gibi varlıkların niteliklerini bildirip, varlık isimlerini tamlayarak sıfat tamlamaları kurarlar. Cümlelerde özne, yüklem, tümleç olurlar.
İnsanların başlarından geçmesi muhtemel görülen/ olaylar beni kaygılandırıyor. (sıfat - özne)
Derslerine çok çalışan/ öğrenci başarılı olur. (sıfat-özne)
Çerçevesi kırılmış /gözlük
“Güneşlerde uyuklayan/ yamaçları,
Kalbi durgun tarlaları bıraktık..” (EBK) (nesne)
Ey paslı tellerinde gülen, ağlayan/ aruz! (HFO)
Biz hilâle şan arayan korku bilmez/ gemiciyiz. (EBK)
4. Zarf-fiil Grubu:Cümlede yüklemin anlamını çeşitli yönlerden etkileyen, şahıs ve zaman belirtmeyen zarf görevindeki kelime grubudur.
Zarf fiiller, fiil köklerine getirilen -ınca / -ince, -arak / -erek, -dıkça / -dikçe, -ıp / ip, -madan / -meden, -alı / -eli, -ken, -a / -e ve -ı / -i ekleriyle yapılır.
Uçak ıslık çaldıkça koca Rumî, ikbal’i (BKÇ)
a) Zarf fiil, grubun sonunda bulunur ve yüklem görevini yapar. Zarf fiilin anlamı cümlenin diğer unsurları ile tamamlanır. Geçmişi öğrenelim gezip anayurtları; (anayurtları gezip)
Öğretmenimin zengin hafızasının bütün servetini emerek içime sindirmeye çalışıyordum.
Bazı öğrenciler, okulun kapısından girmeden okulu bitirip işe girmeyi düşünüyorlar.
b) Hâl ekleri ile çekime girmiş bazı sıfat fiiller cümlede zarf görevi yaparlar ve bu durumda olan kelimeler zarf fiil grubu olarak değerlendirilirler. Konuşmasına başladığında kendinden geçiyordu.. Onu görünce kanımın beynime hücum ettiğini hissediyorum.
c) Zarf fiil grubu cümle ve kelime grupları içinde zarf tümleci görevi yapar.
Öğrenciler her sabah koşa koşa okullarına gidiyorlar.
Konuşurken sözümün kesilmesinden hiç hoşlanmam.
Öylece, zannederim sabaha karşı kendimden geçip hoş bir rüyaya dalmıştım.
Güneş batarken sesleri ağaçtan ağaca sirayet eder.(FRA)
Ben minderin üstünde arka üstü yatıyorum; etrafımın telaşını seyrederken kendimi unutuyorum. (PS)
5. İsim-fiil Grubu : Fiil köklerine getirilen "-mak / -mek, -ma / -me, -ış / iş" ekleriyle yapılır.
a) "-mak / -mek" hareket ismi yapar. Bu eki almış fiil hareket ismi olur ve anlamı özne, nesne, zarf ve yer tamlayıcısı ile tamamlanır.
Milletlerin benlik şuuruna erdikleri bu çağdan sonra onları ortadan kaldırmak... (MK)
Birdenbire giyinip dışarıya çıkmak, tenha yollarda, uyumuş sahillerde koşmak, haykırmak arzuları duydum. (ÖS)
b) "-me / -ma" ve "-ış / iş" ekleri ile yapılmış hareket isimleri de isim fiil grubu kurar.
Öğrencilerin derslerine dikkat etmeyişi beni çok üzüyor.
Son zamanlarda öğrenciler ders çalışma yerine oynamayı tercih ediyorlar.
c) Bu eklerle yapılmış kelime veya kelime grupları cümle içinde özne, yüklem, yer tamlayıcısı ve nesne olarak görev yapabilir.
6. Tekrar Grubu (İkileme): Kelimelerin ayrı yazılmak suretiyle tekrarlanmasına dayanılarak oluşturulan söz gruplarıdır. Aynı, yakın ya da zıt anlamlı kelimeler bir arada kullanılabilir ve bir nesneyi veya hareketi karşılayabilir. Çocukların güzel güzel oynamaları beni sevindirdi.
a) Aynı kelimenin tekrarlanmasıyla oluşabilir. "üçer üçer", "güle güle", "koca koca" vb.
b) Eş ya da yakın anlamlı kelimelerle kurulur. "kırık dökük", "açık saçık", "yalan yanlış" vb.
c) Zıt anlamlı kelimelerle kurulur. "ileri geri", "aşağı yukarı", "güzel çirkin" vb.
ç) Aynı kelimenin ön sesinin değiştirilerek tekrarlanmasıyla kurulur. "kuru muru", "yırtık pırtık", "çorap morap" vb.
d) Tekrar grubunu meydana getiren kelimeler çekim eki alabilirler. "yalan yanlışa", "gözüne mözüne", "ileri geriyi" vs.
e) Tekrar grupları cümle içinde ad, sıfat ve zarf görevlerinde kullanılırlar.
Elinde kırmızı kırmızı güller tutuyordu.(sıfat)
Kitap, düşünceleri hemen hemen hiç bozmadan saklayan ve ebedî olarak tekrarlayan bir plaktır. (MK) (sıfat)
Bir millet, muhtelif medeniyet safhalarını aşa aşa ilerler. (MK) (zarf)
Yalan yanlışa inanılmaz. (ad)
7. Edat Grubu : Bir ad veya ad soylu kelimeden sonra gelen edatın, eklendiği kelime ile birlikte oluşturduğu gruptur.
Ad unsuru + Çekim edatı = Edat grubu üzüldüğün + için =üzüldüğün için buz + gibi = buz gibi
a) Bu grupta ad başta, çekim edatı (ile, için, kadar, göre, diye, rağmen, karşı, doğru, gibi, beri, dolayı vb.) sonda bulunur. Sabahtan beri, ona rağmen
b) Bu grupta ad unsuru çekim eki alabilir. senin için içeriye doğru
c) Edat grubu cümle ve kelime grupları içinde sıfat, zarf ve yüklem görevinde kullanılabilir.
Kırılan cam tuz gibi dağıldı. (zarf)
Ortaçağ medeniyeti gözümüzde değerini kaybettiği için, onun taşıyıcısı olan kelimeleri de ölmüş sanıyoruz. (MK) (zarf)
Bahçesindeki türlü çiçekler mis gibi kokular yayıyordu.(sıfat)
Size iyilik için söylüyorum. (ÖS) (zarf)
Çalışıp çabaladığım sizin içindir. (ad, yüklem)
8. Bağlama Grubu : Bağlama edatları ile birbirine bağlanmış iki veya daha fazla ad unsurunun meydana getirdiği kelime grubudur. Bu edatlar şunlardır: ile, ve, de, hem... hem, ne... ne, de... de, gerek... gerekse, olsun... olsun; ya, ya da, yahut, veya, ya... ya, mi... mi, ister... ister; ama, fakat, lâkin, yalnız, ancak, bununla birlikte, şu var ki, yine de, bir... bir, kimi... kimi, bazen... bazen, gâh... gâh, hatta, bile, üstelik, yani, demek ki, öyle ki, başka bir deyimle, ki, kim; gerçekten, nitekim, hâlbuki, oysa, çünkü, zira, buna göre, bundan dolayı, bu sebeple, bunun üzerine, bunun için, öyleyse, taki, diye, eğer, şayet, yoksa, illâ, vb. Oğuz Türkleri ile Anadolu toprağı bu tarihten itibaren kaynaşmış ve onunla yekpare bir vücut haline gelmiştir.(MK) Hem okuyor hem de küçük notlar alıyordu. Öğrencilerin birçoğunda ne kitap ne de defter vardı. Saygılı bir öğrenci olduğu kadar çalışkandır da. Böyle sözlerin şakası bile kötü. “Çalıştım ama olmadı” sözünü birçok öğrenciden duyarız.
9. Unvan Grubu : Bir şahıs adı ile bir ünvan veya akrabalık gösteren addan kurulan kelime grubudur. Oğuz Kağan, Kutluk Bilge Kül Tigin, Gülbahar Hatun vb.
Ünvan grubunda şahıs adı birleşik ad olabilir. Mehmet Emin Bey, Kavalalı Mehmet Ali Paşa vb. Birinci unsuru ünvan veya akrabalık adı olan "Sultan Mahmut","Doktor Kemal", "Yarbay Hasan" gibi kelime grupları ünvan grubu değil birleşik addır.
10. Birleşik İsimler : Bir varlığın özel adı olmak üzere bir araya gelen kelimeler topluluğudur. İki veya daha fazla kelimeli bütün şahıs adları birleşik addır. Birleşik isimlerin hepsi özel adlardır. Bu grupta adlar eksiz olarak birleşir. Mustafa Kemal Atatürk, Namık Kemal, Reşat Nuri Güntekin vb.
Tamlananı özel ad olan sıfat tamlamaları, zamanla bir şahsa ad olmak üzere "birleşik isme" dönüşmüştür.
Ulubatlı Hasan, Dördüncü Murat, Tuzsuz Deli Bekir vb.
Bu grup, cümle ve kelime grupları içinde ad görevi yapar.
Ömer Seyfettin’in, Yahya Kemal’in, Ahmet Haşim’in, Faruk Nafiz ve Orhan Seyfi’nin, Refik Halit’in, Reşat Nuri’nin eserlerinde kemalini bulmuş Türkçeye nasıl kıyıyoruz? (TS)
Yahya Kemal ise milli varlığı esas tutar ve coğrafyaya bağlanır.(MK)
11. Ünlem Grubu : Bir ünlem edatı ile bir ad grubundan kurulan kelime grubudur. Bu grupta ünlem edatı başta, ad unsuru sonda bulunur. Ünlem edatından sonra birden fazla ad unsuru da bulunabilir.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin? (NFK)
Hey devletli koca sultan, hey celalli arslan hey! (RTB)
Biz ne mutlu günler gördük, dehey deli devran hey! (RTB)
“Ey Afrika temmuzunu efsane bilenler! Ey yağ gibi üç çifte kayıklarla kayanlar, Ey Maltepe’den Pendik’i bir hamle sayanlar!” (MAE)
Ünlem grubu, cümle tahlilinde cümlenin unsurlarına katılmaz ve hitap sözcükleri olarak kullanılır. Cümlede "cümle dışı unsur" sayılır.
12. Sayı Grubu : Sayı isimleri topluluğudur. Sayı isimleri eksiz birleşirler.
Bin dokuz yüz doksan dokuz. Beş yüz elli iki. On altı. vb.
Türkçede sayılar, sayı grubu dışında, tek kelime ve sıfat tamlaması olarak bulunabilir: İki, altı, on, yetmiş, yüz, bin, milyon, milyar (kelime) Beş yüz, on bin, iki milyon, on milyar (sıfat tamlaması) On altı, seksen dört, bin dört yüz elli üç gibi ara sayılar (sayı grubu)
Sayı grupları içinde tek kelime veya sıfat tamlaması bulunabilir. Grubu oluşturan bütün kelimeler ayrı yazılır: Sekiz yüz altmış bir: sayı grubu (sekiz yüz, sıfat tamlaması; altmış bir, sayı grubu)
Sayı grubu cümle ve kelime grupları içinde isim ve sıfat görevi yapar:
Sınıfın mevcudu kırk beş kişi idi.(sıfat)
İstanbul’un fetih tarihi bin dört yüz elli üçtür. (ad, yüklem)
13. Birleşik Fiiller : Türkçede üç tür birleşik fiil vardır:
a) Bir ad unsuru ile bir yardımcı filden kurulan birleşik fiiller:
1. Birleşik fiillerde ad unsuru başta, yardımcı fiil sonda bulunur. Yardımcı fiil, anlamı üzerinde bulunduran ad unsurunu fiilleştirir.
Ad unsuru + Yardımcı fiil = Birleşik fiil dost + ol- = dost ol- , yok + et- = yok et-
2. Bu tip birleşik fiillerin kuruluşuna "et-, ol-, yap-, eyle-, kıl-, bulun-, başla-" fiilleri yardımcı fiil olarak katılır. yolcu et- , memnun ol-, namaz kıl-, yok eyle-, yapmış bulun- vb. "Başla-" fiili, -mak / -mek'li hareket isimleri ile birleşik fiiller kurar. Bu birleşik fiillerde hareket ismi, yaklaşma eki (-a / -e) taşır: akmaya başla-, görmeye başla-, duymaya başla- vb.
3. Tek başına kullanılmayan veya kullanıldıkları aslî şekillerini koruyamayan bazı isimler yardımcı fiile bitişik yazılır: Bahsetmek (bahis etmek) , zannetmek (zann- zan) , hissetmek (hiss- his) vb.
4. Bir sıfat fiil unsuru "ol- ve bulun-" yardımcı fiilleri ile birleşebilir: Çalışamaz oldum. Bırakmış bulundum.
b) Bir fiil unsuru ile yardımcı fiilden kurulan birleşik fiiller:
1. Bu birleşik fillerde, ana fiil unsuru başta bulunur. Anlamı üzerinde bulunduran bu unsur, "-a / -e, -ı / -i, -u / -ü, -ıp / -ip, -up / -üp" zarf fiil eklerinden birini taşır. Fiil + Zarf fiil eki + Yardımcı fiil = Birleşik fiil gel + e + bil- = gelebil- , oku(y) + up + dur- = okuyup dur- vb.
2. "Bil-, ver-, dur-, gel-, git-, kal-, koy-, gör-, yaz-" yardımcı fiilleri asıl fiile "yeterlik", "ihtimal", "tezlik", "sürerlik", "yaklaşma" vb. anlamları katar. bil- : yeterlik, ihtimal (anlatabil-,okuyabil-) ver- : tezlik, kolaylık (gidiver-, yazıver-) git-, gel-, koy-,gör-,kal-, dur- : sürerlik (yaza dur-, uyuyakal-, çıkagel-, yalvara gör-, bakakal-) yaz- : yaklaşma düşeyaz- / tam düşmek üzere olmak; öleyaz-/ ölmek üzere olmak
3. Bazı fiillerin birinci unsuru, zarf fiil ekinin yerini tutan bir kip eki taşır: Sıkıntıdan gezindi durdu.(gezinip dur-)
c) Anlamca kaynaşmış birleşik fiiller: Bu birleşik fiiller bir isim unsuru ile bir fiil unsurundan meydana gelir. Bunlar daha ziyade deyimlerde kullanılır. Her iki unsur da sözlük anlamını yitirmiş olabilir. Bu birleşik fiillerin isim unsuru çekim eklerini alabilirler.
"iç çek-", "gönül al-", yol ver-", "kan kustur-" vb. “içini çek-“ “gönlünü al-“ Onun geleceğini varsaysak bile bu kadar beklemenin anlamı yok. *Anlamca kaynaşmış birleşik fiillerde birinci unsur sözlük anlamını koruyabilir. Buzlu su içtiği için hasta oldu. Çok çabalamaktan yorgun düştü. Kusurlarımızı affedeceğine inanıyorum.
14. Kısaltma grupları: Bu grubu isnat, yükleme, yaklaşma, bulunma, uzaklaşma ve vasıta grubu oluşturur. Bu grupların ortak özelliği iki isim unsurundan meydana gelmeleridir.
a) İsnat grubu: Biri diğerine isnat edilen iki isim unsurunun oluşturduğu kelime grubudur. Bir nevi sıfat fiil grubunun kısaltılmış şekli gibidir. Grubun sonunda bir "olan" sıfat fiili veya "olarak" zarfı gizlenmiş gibidir. İsnat yapılan unsur önce gelir ve bu unsur yalın veya iyelik eki almış olarak bulunabilir: "gözü açık", "gözü, gönlü tok", "içi, dışı bir", vb
b) Belirtme grubu: Belirtme hâli eki (-ı / -i, -u / -ü) almış bir isim unsurunun başka bir isim unsuru ile kurduğu kelime grubudur. Sıfat fiil grubu ya da fiil grubunun kısaltılmış şekli gibidir: Her şeyi takdir (et-), iyi niyeti kötüye kullanır (olmak), hesabı kuvvetli (olan), kendini büyük gösterivermek vb.
c) Yönelme grubu: Yönelme hâli eki ( -a / -e) almış olan bir isim unsurunun başka bir isim unsuru ile kurmuş olduğu kelime grubudur. Grubun unsurları kelime grubu da olabilir: Oyuna düşkün (çocuk) , işine sadık (işçi), dostuna kırılan (kişi) Yönelme grubu, sıfat fiil, isim fiil veya zarf fiil grubundan kısalmıştır: Kendine saygılı (olan) = sıfat fiil grubu Haftada bir kez ziyarete (gitmek) = isim fiil grubu Başına buyruk (davranıp) = zarf fiil grubu
ç) Bulunma grubu: Bulunma hâli eki (-de / -da, -ta / -te) almış olan bir isim unsurunun başka bir isim unsuru ile kurmuş olduğu kelime grubudur. Günde bir; yükte hafif, pahada ağır; üçte bir, içinde kopan fırtına vb. İçinde bulundukları tarihi durum, kendiliğinden
Türk milletinin iki medeniyet arasında bir terkip yapma zaruretini ortaya koyuyordu. (MK)
Ali Yusuf bu noktada hiçbir şey bilmiyordu. (TB)
d) Ayrılma grubu: Ayrılma hâli eki (-den / -dan, -tan / -ten) almış olan bir isim unsurunun başka bir isim unsuru ile kurmuş olduğu kelime grubudur: Çalışmasından memnun (hoca), kendinden emin bir hareketle, doğuştan kör vb.
Sürüden ayrılanı kurt kapar. (atasözü) İlk akşamdan vardım kavil yerine. (Karacaoğlan)
Başlangıçtan itibaren dinlenen dersten başarısız olunmaz.
e) Vasıta grubu: Vasıta eki (ile ~ -la / -le) almış bir ad unsurunun başka bir ad unsuru ile kurmuş olduğu kelime grubudur: Bayraklarla, flamalarla donatılmış (stadyum), hesap, kitapla yapılmış iş vb. Bu grup da sıfat fiil veya zarf fiil grubundan kısalmıştır. Düşündükleriyle ilgili (olarak), hesapları tutmakla görevli (kişi) Vasıta grubu, cümle ve kelime grupları içinde ad, sıfat, zarf görevinde kullanılabilir: Otobüslerle yolcuları miting alanına taşıdılar. (ad)
15. Kalıplaşmış Söz Grupları: Atasözleri ve özdeyişler gibi kalıplaşmış söz öbekleri de cümle içinde kullanılabilirler: Atalarımız iktisadı anlatmak için, “damlaya damlaya göl olur” demiştir. Atatürk, bilimin önemini belirtmek için, “hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir”demiştir.
2. CÜMLENİN UNSURLARI: Türkçe cümlelerde özne, tümleç ve yüklem olmak üzere üç unsur vardır. Kurallı cümlelerde, bu unsurların sıralanışı yukarıdaki gibidir. Bu unsurları önem sırasına göre inceleyelim:
A) Yüklem: Cümlede yargıyı bildiren temel unsurdur. İş, hareket, durum, oluş yüklem tarafından karşılanır. Özne ve tümleç, yüklemin anlamını desteklemek üzere cümlede bulunur. Özellikleri:
1) Yüklem çekimli bir fiil ya da ek fiille çekimlenmiş isim soyundan bir sözcüktür: Çaresizliğinizi izah etseniz anlamaz, anlamak istemez. ( ÖS) (Yüklem çekimli fiil) Sınıfın en çalışkan öğrencisidir. (Yüklem isim)
2) Cümlede yüklem tektir. Bir söz dizisi içindeki yüklem sayısınca cümle var demektir: Odaya girdim, kapıyı kapadım; ağlamaya başladım.(MAE.) Ne şair yaş döker, ne âşık ağlar, Tarihe karıştı eski sevdalar. (FNÇ.)
3) Yüklem, kurallı cümlelerde sonda bulunur. Günlük konuşma dilinde, atasözleri, özdeyiş ve şiir dilinde yeri değişebilir:
Gördüm deniz dedikleri bin başlı ejderi;
Gördüm güzel vücudunu zümrütleyen deri
Keskin bir ürperişle kımıldandı anbean
Baktım ve anladım ki o ejderdi canlanan.
4) Yüklem, bir kelime grubu olabilir:
Fatma Hanım’ın yedi ceddi de hacı hocaydı. (ÖS)(Yüklem, ikileme grubu)
Yüce dağlar gibidir gördüğün iş, Türk oğlu! (YKB) (Yüklem, edat grubu)
Türk dilinin sadeleşmesi uğrunda çaba harcayarak çalışanların biri de Ahmet Mithat Efendi’dir. (ASL) (Yüklem, unvan grubu)
Camlara vuran yağmur taneleriydi. (Yüklem, isim tamlaması)
Konuşması hızlı ve anlaşılmazdı. (Yüklem, bağlama grubu)
B) Özne: Cümlede yüklemin bildirdiği işi yapan varlık öznedir. Özellikleri:
1) Özne, yüklemi isim olan cümlelerde; edilgen fiilli cümlelerde ve yüklemi oluş bildiren fiil cümlelerinde, "olan"; diğer cümlelerde "yapan" unsurdur:
Vatan çalışkan insanların omuzları üstünde yükselir.(özne, olan)
İnsanlar, doğar, büyür ve ölür. (özne, olan)
Arılar, yabani otlar arasında vızıldıyordu. (AHT) (özne, yapan)
2) Özne, fiile çokluk ve iyelik ekleriyle bağlanır:
Kaşları çatılmış, yüzündeki çizgiler gerilmişti. (OH)
Bizim dertlerimiz, içinde yaşadığımız adamların dertlerine benzemiyor.(OVK)
Kiminiz kürek çeker, sıya sıya; Kiminiz midye çıkarır dubalardan... (OVK)
3) Özne isim cinsinden bir kelime grubu olabilir: Yahya Kemal’in düşüncesi mekân gibi zaman da tanımıyordu.(AHT) (özne, isim tamlaması)
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı.(FNÇ) (özne sıfat tamlaması)
Gülşen kalfa ile Asude bacı iki yaşıt kapı yoldaşıdır. (RNG) (özne, bağlama grubu)
Gelenler, Selma Hanım'ı şüpheli ve düşman gözlerle süzüyorlardı. (A. 48) (özne, sıfat fiil grubu)
4) Bir cümlede birden fazla özne bulunabilir: Keman, ud, ve Melek; zaman zaman hamle eder gibi seslerini yükseltiyorlardı. (SA)
Döşekler, bakırlar, kovalar, tahta sandıklar birkaç dakika içinde arabalara yerleştirildi. (OH)
5) Özne, bazı cümlelerde yazılmayabilir. Bu durumda özne fiilin almış olduğu şahıs ekinden anlaşılır ve şahıs zamiri cinsinden tespit edilir: (Sen) Neden bizimle irtibat kurmadın? (TB)
(O) Hayatını didik didik etmek, son beş, on altı yıllık çizgisini net olarak ortaya çıkarmak istiyordu. (TB)
6) Hitap sözcükleri, yükleme bağlanmadıkları için özne değil, cümle dışı unsurdur: Maşallah Ata Efendi, siz buralara gelir misiniz? (RHK)
7) Cümlede özneyi bulmak için yükleme "kim, ne" soruları sorulur.
C- Tümleçler: Cümlede yüklemin anlamını yer, zaman, sebep, azlık-çokluk bakımlarından tamamlayan kelime veya kelime gruplarına tümleç denir. Tümleçler, yüklemi tamamlayış biçimine göre çeşitlere ayrılır.
a) Nesne (düz tümleç) : Cümlede yüklemin bildirdiği iş ve hareketten doğrudan etkilenen unsur nesnedir. Nesne, yüklemi geçişli fiil olan cümlelerde bulunur. Yüklemi geçişsiz fiil olan cümlelerde nesne bulunmaz. Hoca, son notunu yazdırıp dersini bitirdi.
Geçişli fiil: Eylemin bildirdiği işten etkilenen özneden başka bir varlığı gerekli kılan, kısaca nesne alan fiillerdir.
Geçişsiz fiil: Durum ve oluş bildiren, nesne almayan fiillerdir. Geçişsiz fiil köklerine getirilen –dır, -r, -t eklerinden biri ile geçişsiz fiiller geçişli hale getirilir. Geçişsizken geçişli hâle getirilen fiillere oldurgan fiiller denir. Bkz. s. 95–96
Ders bitti. – Dersini bitirdi; Ali güldü – Aliyi güldürdü. vb.
Özellikleri:
1) Nesne, fiile belirtme durumu ile bağlanır. Belirtme durumu eki almış nesnelere “ belirtili nesne”, ek almamış nesnelere de “belirtisiz nesne” adı verilir: Şık genç, demin annesinin kalktığı sandalyeyi Resan’ın yanına çekti. (ÖS) (Belirtili nesne) Ona bir kitap verdim.(Belirtisiz nesne)
2) Belirtili nesnenin cümlede belli bir yeri olmamasına rağmen, belirtisiz nesne daima yüklemin önünde yer alır: Erkenden kalkar televizyon seyrederdi. (Belirtisiz nesne) Günün ilk ışıkları içinde Hüseyin, boş fıçılarının üzerine düşman subayının karşılık olarak verdiği konserve kutularını, çikolata ve bisküvi paketlerini yükledi. (Belirtili nesne)
3) Nesne isim tamlaması cinsinden bir kelime grubu olabilir: Tepede uzanmış, üzerimden geçen bulutları seyrediyordum.(Belirtili nesne, sıfat fiil grubu) Yaramaz çocuk attığı taşla kuşun kanadını kırdı. (Belirtili nesne, isim tamlaması)
4) Bir cümle içinde birden fazla nesne bulunabilir. Ancak, bu nesneler aynı türden (belirtili veya belirtisiz) olmalıdır. Belirtili ve belirtisiz nesneler aynı cümle içinde yer almaz: Çılgın yağmur, panjurları, camları, tokatlıyor; fasılalı ıslıklarla acı bir fırtına gürültüsü koparıyordu. (ÖS )
5) Cümlede nesneyi bulmak için yükleme "neyi", "kimi ve ne" sorularını sorarız.
b) Yer Tamlayıcısı (Dolaylı tümleç): Cümlede yüklemin bildirdiği iş,hareket ve oluşun yapıldığı yeri bildiren unsurdur.
Özellikleri:
1) Yönelme (-e/-a), bulunma (-de/-da/-te/-ta) ve ayrılma (-den/-dan/ -ten/ -tan) bildirerek yüklemi tamlayan unsur yer tamlayıcısıdır.
Yavaş yavaş rahlenin yanındaki mindere gitti. (ÖS)(yönelme)
Yemeğimizi mermer döşeli bir sofrada, bir havuz kenarında, küçücük bir masanın etrafında yedik. (YKK)(bulunma)
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul! (ayrılma)
2) Bir cümlede birden fazla aynı ve ayrı cinsten yer tamlayıcısı bulunabilir:
Bunları salonda, kahvede, tiyatroda dostlarına okumak en büyük zevki idi. (HFO)
Bazen bu eki almış olan kelimeler zarf görevindedir: Yaz ortasında, bu sıcak günlerde tatile çıkmanın uygun olacağını düşünüyorum. (zaman zarfı)
3) Cümlede yer tamlayıcısını bulmak için yükleme "kime, kimde, kimden, neye, nede, neden, nereye, nerede, nereden" soruları sorulur.
c) Zarf (Zarf Tümleci): Cümlede, yüklemin anlamını zaman, durum, ölçü, yer, yön bakımlarından tamamlayan unsurlar zarftır:
Bir haftadan beri sana mektup yazamadım. (RNG)(zaman zarfı)
Dedem koynunda yattıkça benimsin ey güzel toprak.(SN) (zaman z.)
Güzel düşün, iyi hisset; (TF)(durum zarfı)
Öğrenci içeri girdi.(yer, yön zarfı)
Onu ben de pek çok severim. (ölçü, miktar zarfı)
Bu soruyu neden çözmedin?(soru zarfı)
Özellikleri:
1) Cümlede isimler, eksiz veya yön, eşitlik ve bazı hâl ekleriyle; fiiller de zarf fiil ekleriyle zarf görevi yaparlar: Aylarca yolunu bekledim. Ayağa kalktı, hırsla dışarı çıktı. Uykusuz olduğundan ayakta duracak hâli yoktu.
2) Yön, zaman, durum, sebep, vasıta, miktar ve şart bildiren bütün kelime grupları cümlede zarf görevi yapar: Eve yaklaştıkça içini bir sevinç kaplıyordu.(zarf fiil grubu) Suçlarını bir bir diyeceğim.( tekrar grubu) Gerçi biz onu bu okulun en parlak şairlerinden biri addediyorduk. (YKK) (isim tamlaması grubu) Şimdi Fırat’a doğru yokuş aşağı uçuyoruz.(RHK)( edat grubu) Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden... (AH)(tekrar grubu) Yağmurlu bir günde evi terketti.(sıfat tamlaması grubu) Hüzünlü ve ağlamaklı bir şekilde odadan çıktı. (bağlama grubu)
3) Şart cümlesi, ana cümlenin zarfıdır. Yüklemi şart, sebep ve benzetme gibi anlamlarla tamamlar: İmkân bulursa bizi ziyarete gelecek. Bin yıl doğuda otursa, mistiklerimin ruha verdikleri önemi kavrayamaz. (HEA)
4) "Nasıl, ne zaman, ne ile, kiminle, hangi şartlarda, kim tarafından, niçin, ne kadar, hangi yöne" gibi sorular cümle tahlilinde zarf unsurunu bulmak için yükleme sorulur:
Bir ay sonra işe başlayacak. (Ne zaman işe başlayacak?)
Bunları iyice temizleyin. (Nasıl temizleyin?)
Konuştuklarını duyunca biraz şaşırdım. (Ne kadar şaşırdım?)
d) Edatlı (ilgeçli) Tümleç: Edatlarla birlikte kullanılan tümleçlerdir. Yaşına göre boyu oldukça kısa. Bu kitap sizin için yazıldı. Arkadaşlarının yanında mahcup olmamak için çalışıyordu. * Çoğunlukla edatlı tümleçler, yer tamlayıcılarıyla aynı görevde kullanılırlar.
“Güneş sağlığa yararlıdır.” yerine “Güneş sağlık için yararlıdır.” biçimi de kullanılır. Bunun gibi “Bu sofrayı size hazırladık”yerine “Bu sofrayı sizin için hazırladık” da deriz. Kimi zaman da durum bildiren zarf görevi üslenebilirler. Makine gibi çalışıyor. (Nasıl çalışıyor?)
D. Cümle Dışı Unsurlar: Cümlede fiille ilgisi olmayan, cümleye sadece ilâve edilmiş durumda bulunan, bağlama edatları, ünlem edatları veya ünlem grupları bulunabilir. Bunlara cümle dışı unsurlar adını veriyoruz:
Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen; Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır.
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın. (MAE)
Eyvah! Bu zilletlere sensin yine illet... (MAE)
Büyük devlet olmanın şartlarından biri de zengin ve hareketli bir dile sahip olmaktır.
3) CÜMLE ÇEŞİTLERİ
Cümleler anlam ve yapılarına, yüklemin türü ve yerine göre şu şekilde sınıflandırılır:
A. Yapısına Göre Cümleler: Cümleler yapılarına göre basit, birleşik, bağlı ve sıralı olmak üzere dörde ayrılır.
a) Basit Cümle: Yargıyı tek yüklemle anlatan cümlelere basit cümle denir.
Ateş ve muharebe bütün şiddetiyle dün, bütün gün ve bütün gece devam etti. (ÖS)
Oğuzlar Anadolu’ya geldikleri zaman, sağlam bir temel kurdular. Bütün memlekette, milletimizin yıkılmaz esası olan köyleri tesis ettiler. (MK)
Köy öğretmeninin elinde basit fikirlerden ve birkaç kitaptan başka bir şey yoktur. (MK)
Yapısında zarf fiil, sıfat fiil, isim fiil veya bu tür kelimelerden yapılmış bir kelime grubu bulunan cümleler de "basit cümle"dir. Çünkü bu kelime ve kelime grupları yargı bildirmezler:
Ders çalışmadan sınava girdiğine pişman olmuştu. Derslerime çok çalışıp başaracağım.
b) Birleşik Cümle: Esas yargıyı bildiren bir temel cümle ile, temel cümleyi anlam ve görev bakımından tamamlayan yan cümleciklerden oluşmuş cümle türüdür. Türkçede iki tip birleşik cümle vardır:
1.Şartlı Birleşik Cümle: Bir cümlenin bir şart cümlesi ile tamamlandığı cümledir. Şart cümlesi tek başına yargı bildirmez. Bir başka cümleyi zaman, şart, sebep ve benzetme anlamlarıyla tamamlar. Şart cümlesi genellikle, ana cümlenin yüklemine zarf göreviyle bağlanır, ana cümlenin içinde veya başında bulunur:
Yazarın metinlerine sadeleştirme amacıyla da olsa / dokunmamak gerektiğine inanıyoruz.
Rüzğar şiddetini artırırsa denizdeki dalgalar yükselir. Derslerine çalışırsa başarır.
2. İç İçe Birleşik Cümle:
Bir cümlenin herhangi bir görevle başka bir cümlenin içinde yer aldığı cümledir. Yardımcı cümle, ana cümlenin bir unsuru veya o unsurun bir parçasıdır. Bu yapıda ana cümlenin yüklemi genellikle "de-, zannet-, san- bil-, gör-, görün-, farzet-, düşün-" fiillerin çekimli şeklidir. Ana cümle sonda bulunur. Bu tür birleşik cümlelerde iç içe girmiş yargılar, ortak bir yargıyı açığa çıkarır. Türkçe cümle yapısına uygundur. Gideceksin diye çok üzüldüm. Akşam olunca ara sokaklarda satıcının: “Salep var, boza var; salep alın, boza alın.”diye çağırdığını duyardık. "Oraya başka bir yoldan gidemez miyiz?" dedi. "Sizi bırakmam, boşuna hazırlanmayın.” diye söyledi. "Ben yaşamam artık. Ben yaşamam." diye hıçkırıyordum.
c) Bağlı Cümleler: Bağlama edatlarıyla birbirine bağlanmış cümleler topluluğudur. Bu cümleler "ki" ve diğer bağlama edatları ile kurulur.
Ki'li bağlı cümleler: Farsça "ki" bağlama edatı ile bağlanmış cümlelerdir. "ki" edatı ile bağlanan bu cümlelerin her biri tek başına yargı bildiren müstakil birer cümledir. Bu yapı içinde yer alan yardımcı cümle, genellikle ana cümleyi nesne ve zarf görevi ile tamamlar. Ana cümle başta, yardımcı cümle sonda bulunur. Bu sıralanış Türkçe cümle yapısına aykırıdır:
Bana o kadar yakındı ki kardeşimden ayırmazdım.
Şöyle böyle aradan bir ay geçmişti ki, elleri boş, boynu bükük bir şekilde geri geldi.
Bize öyle geldi ki, İstanbul’un bütün renklerini ve şekillerini de beraberinde alıp götürdü. (YKK)
Diğer bağlama edatlarıyla kurulan bağlı cümleler: Bu cümleler "ve, veya, da, fakat, ama, lâkin, hâlbuki, meğer" vb. edatlarla birbirine bağlanmış cümleler topluluğudur. Her biri bir hüküm bildiren bu cümleler arasındaki anlam ilişkisi bağlama edatları ile sağlanmakta, pekiştirilmektedir. Bağlı cümlelerin bir kısmında yüklemin kip ve şahsı aynı, bir kısmında ise farklıdır. Unsurlarının biri veya bir kaçı ortak olan bağlı cümleler de bulunmaktadır.
Evet, bütün köylü zorladı da bu sefer izin alabildi. (ÖS)
Türkler öldürülebilir, fakat asla mağlup edilemezler. (Napolyon)
Geceleyin iki saat ötedeki köye yetişti ve düğün evinin önüne gitti. (ÖS)
Adalet kutup yıldızı gibi yerinde durur ve geri kalan her şey onun etrafında döner. (Confucius)
ç) Sıralı Cümleler: Birbirleriyle anlam ilişkisi bulunan cümlelerin virgül ve noktalı virgüllerle birbirine bağlanmasıyla oluşan cümleler topluluğudur. Sıralı cümleler, değişik yargı bildiren iki veya daha fazla cümle ile kurulur:
Bu yayla üstünden tarih geldi,/ geçti;/ destanlar suyunu içti,/ masallar koynunda büyüdü. (FRA) *** Bir cümle yapı bakımından “basit” "birleşik", "bağlı" ve "sıralı" cümle olma özelliklerinden ancak birine sahip olabilir. Bu yapı, cümlelerin anlamı esas alınarak dikkatle tahlil edilmelidir.***
B. Yükleminin Cinsine Göre Cümleler: İki çeşidi vardır.
a) Fiil cümlesi: Yüklemi çekimli fiil olan cümlelerdir.
Ağacın meyvesi olgunlaşınca başını aşağıya salar. (Atasözü)
Tam otların sarardığı zamanlar Yere yüzükoyun uzanıyorum. (BN)
Çocuk güzel bir nişan aldı. Sağ elinin şahadet parmağının ilk boğumuyla tetiği çekti: Bum... Serçecik vuruldu. (ÖS)
Emrah eder bir bahçecik tutalım Kırmızı gül goncasına katalım Gel seninle sarılalım yatalım Hasret kıyamete kalıp durmasın. (Erzurumlu Emrah)
b) İsim cümlesi: Yüklemi ek fiil ile çekimlenmiş bir isim veya isim soyundan kelime grubu olan cümledir.
İsim ve isim grupları, "İ-" ek fiili ile belirli geçmiş zaman, belirsiz geçmiş zaman, geniş zaman ve şart kipinde çekime girerek yüklem görevi yaparlar. İsim cümlelerinde kip eki taşımayan yüklemler de geniş zaman ifade ederler. En çok kullanılan isim cümlesi, "var", "yok" isimlerinin yüklem olduğu cümlelerdir:
En kötü barış savaştan daha iyidir. (Cicero)
İyiliği ve bağışı tamamlamak, başlamasından daha hayırlıdır. (Mevlana)
O zaman sokakta bu kadar çok er yoktu. (OA)
Islak saman rengi saçları vardı. (SFA)
Hisara bırakılanlar, yükte hafif, pahada ağır şeylerdi. (KT)
Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu. (YKB)
Okulun en çalışkan öğrencisidir.
C. Yüklemin Bulunduğu Yere Göre Cümleler: Yüklemin cümle içindeki yerine göre iki çeşit cümle vardır:
a) Kurallı cümle (Düz cümle): Yüklemi sonda bulunan cümlelere kurallı cümle denir:
Her sabah erkenden okula geliyorum.
Basından yoksun olan ülkeler, adaletin yararlarından yoksun olurlar. (NK)
b) Devrik cümle: Yüklemi sonda bulunmayan cümledir. Bu tür cümle, konuşanın veya yazanın üslûbu ile ilgilidir. Özellikle şiir dilinde görülür:
Şu yalan dünyaya geldim geleli Severim kır atı bir de güzeli Değip on beşime kendim bileli Severim kır atı bir de güzeli. (Dadaloğlu)
Besle kargayı, oysun gözünü. (Atasözü)
D. Anlamına Göre Cümleler: Anlamına göre üç tür cümle vardır:
a) Olumlu cümle: İşin yapıldığını, hareketin meydana geldiğini bildiren; kısaca yargının gerçekleştiğini anlatan cümlelerdir:
Masaya doğru bir adım atarken bayılmak üzereymiş gibi sallanıyordu. (PS)
Ey cemâat, yeter Allah için olsun, uyanın!..
Sesi pek müthiş öter sonra kulaklarda çanın! (MAE)
Yüzlerce asır Türk milletiyle beraber yaşayacak olan bu marşı ne vakit okusam,
Tacettin Dergâhı’nda Mehmet Akif’in bu şiiri yazarken düşündüğü zamanları hatırlarım. (MN)
*Yapı bakımından olumsuz görünen bazı cümleler, anlamca olumludur. Yükleminde olumsuzluk unsuru taşıyan bir cümle "değil" edatı ile birleşince olumlu bir anlam kazanır. İki olumsuz unsur, cümlenin anlamını olumlu yapar:
Söylediklerinizi anlamıyor değilim. (anlıyorum)
Yapı bakımından olumsuz olan bazı cümleler, soru yoluyla olumlu bir anlam kazanırlar:
Ben onu görmez olur muyum? (görürüm.)
b) Olumsuz cümle:
İşin yapılmadığını, oluşun olmadığını anlatan cümledir. "-ma / me" olumsuzluk eki, "değil" edatı ve "yok" ismi cümleyi olumsuz yapar:
Günün birinde gökyüzünde güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. (SFA)
Aba var, post var, meydanda er yok. (YKB)
Bu kelimeler Türkçe değil.
Gecelerce gözüm uyku tutmadı. Hoş şimdi de uyuyor değiliz ya... (RNG)
"ne... ne..." bağlama edatı da cümlenin anlamını olumsuz yapar:
Hulyası kalmayınca hayatın ne zevki var? (YKB)
Artık ne gelen ne beklenen var. (YKB)
*Yapı bakımından olumlu olan bazı cümleler anlamca olumsuzdur. Soru eki "mi" olumlu bir cümleye olumsuz bir anlam katar:
Bu kalabalıkta böyle konuşulur mu? (Konuşulmaz)
c) Soru cümlesi: Sorarak bilgi almayı amaçlayan cümlelere soru cümlesi denir. "hangi, ne, kim, kaç, nasıl" gibi soru kelimelerinden biriyle ya da "evet" veya "hayır" karşılığını isteyen soru eki "mi" ile kurulan cümle türüdür:
-Aman aman... onlar da o bir gün olup ihtiyarlamazlar mı? Sonra dertlerini kim çeker?(ÖS)
Evli misin ergen misin?
Eşin yoktur bir sen misin?
Çark-ı sema nur sen misin?
Bu balkıyan nur da senin. (Aşık Veysel)
Kim demiş ki zamanla gül solar?
Bülbül hiç yorulur mu türküden? (CST)
4. CÜMLE TAHLİLİ ÖRNEKLERİ
"İçimde tahmin etmediğin güzel duygular saklı" Bu cümle,
a) Yapısına göre, basit cümledir.
b) Yüklemin türüne göre, isim cümlesidir.
c) Yüklemin yerine göre, kurallı cümledir.
ç) Anlamına göre, olumlu cümledir.
Cümle Unsurları:
Yüklem: saklı
Özne: tahmin etmediğin güzel duygular
Yer tamamlayıcısı: içimde
Kelime Grupları:
tahmin etmediğin güzel duygular: sıfat tamlaması
tahmin etmediğin: birleşik fiil
güzel duygular: sıfat tamlaması
"Bir iklimin manzarası, mimarîsi ve halkı arasında halis ve tam bir ahenk varsa, orada gözlere bir vatan tablosu görünür." (Aİ)
Bu cümle,
a) Yapısına göre, şartlı birleşik cümledir.
b) Yüklemin türüne göre, fiil cümlesidir.
c) Yüklemin yerine göre, kurallı cümledir.
ç) Anlamına göre, olumlu cümledir.
Cümle Unsurları:
1. Temel Cümle:
"Orada gözlere bir vatan tablosu görünür."
Yüklem: görünür
Özne: bir vatan tablosu
Yer tamamlayıcısı: orada, gözlere
2. Yan Cümle:
"Bir iklimin manzarası, mimarîsi ve halkı arasında halis ve tam bir ahenk varsa."
Yüklem: varsa
Özne: hâlis ve tam bir âhenk
Yer tamlayıcısı: Bir iklimin manzarası, mimarîsi ve hâlkı arasında
Yan cümlesi temel cümlenin zarfı durumundadır.
Kelime Grupları:
bir vatan tablosu: belirsiz isim tamlaması
bir vatan: sıfat tamlaması
halis ve tam bir âhenk: sıfat tamlaması
halis ve tam: bağlama grubu
bir iklimin manzarası, mimarîsi ve hâlkı arası: belirtili ad tamlaması
bir iklim: sıfat tamlaması
mimarîsi ve hâlkı: bağlama grubu
"Düşünüyordu; Hüseyin Avni’nin, Ali Yusuf yüzünden söylediklerini hatırlıyordu. (TB)
Bu metinde, iki cümle vardır. 1
1. cümle: “Düşünüyordu.”
a) Yapısına göre, basit cümledir.
b) Yüklemin türüne göre, fiil cümlesidir.
c) Yüklemin yerine göre, kurallı cümledir.
ç) Anlamına göre, olumlu cümledir.
Cümle Unsurları: Yüklem: düşünüyordu ( Şimdiki zamanın hikâyesi teklik 3. kişi)
Özne: O (gizli özne)
2. cümle: “Hüseyin Avni’nin, Ali Yusuf yüzünden söylediklerini hatırlıyordu.”
Bu cümle,
a) Yapısına göre, basit cümledir.
b) Yüklemin türüne göre, fiil cümlesidir.
c) Yüklemin yerine göre, kurallı cümledir.
ç) Anlamına göre, olumlu cümledir.
Cümle Unsurları:
Yüklem: hatırlıyordu ( Şimdiki zaman hikâyesi teklik 3. kişi)
Özne: O (gizli özne)
Nesne: Hüseyin Avni’nin, Ali Yusuf yüzünden söylediklerini
Kelime Grupları:
Hüseyin Avni : Birleşik ad
Ali Yusuf : Birleşik ad
Hüseyin Avni’nin, Ali Yusuf yüzünden söyledikleri: Belirli ad tamlaması
Hüseyin Avni’nin söyledikleri: Belirli ad tamlaması
“Ağır ağır önümden geçti deve kervanı, Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.” (FNÇ)
Bu metinde iki cümle vardır. (Sıralı cümle)
1. cümle: “Ağır ağır önümden geçti deve kervanı, (Deve kervanı önümden ağır ağır geçti.)”
a) Yapısına göre, basit cümledir.
b) Yüklemin türüne göre, fiil cümlesidir.
c) Yüklemin yerine göre, devrik cümledir.
d) Anlamına göre, olumlu cümledir.
Cümle Unsurları:
Yüklem: geçti ( Belirli geçmiş zaman, teklik 3. kişi)
Özne: deve kervanı
Yer tamlayıcısı: önümden
Zarf: ağır ağır
Kelime Grupları: ağır ağır : ikileme grubu
deve kervanı: belirsiz ad tamlaması
2. cümle: “Bir kenarda göründü beldenin viran hanı. (Beldenin viran hanı bir kenarda göründü.)”
Bu cümle;
a) Yapısına göre, basit cümledir.
b) Yüklemin türüne göre, fiil cümlesidir
c) Yüklemin yerine göre, devrik cümledir
d) Anlamına göre, olumlu cümledir.
Cümle Unsurları:
Yüklem: göründü (Belirli geçmiş zaman teklik 3. kişi)
Özne: Beldenin viran hanı
Yer tamlayıcısı: bir kenarda
Kelime Grupları:
beldenin viran hanı: belirli ad tamlaması
viran han: sıfat tamlaması
bir kenarda: sıfat tamlaması
Ulu mâbed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrurum;
Bir zaman hendeseden abide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhura bakarken şimdi,
Senelerden beri rü’yada görüp özlediğim
Cedlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim. (YKB)
Bu şiirde, dört cümle vardır. “ulu mâbed” sıfat tamlaması, bu dört cümlenin yüklemine bağlı olmayan cümle dışı unsurdur.
1. cümle: “Seni ancak bu sabah anlıyorum.” Bu cümle,
a) Yapısına göre, basit cümledir.
b) Yüklemin türüne göre, fiil cümlesidir.
c) Yüklemin yerine göre, kurallı cümledir.
d) Anlamına göre, olumlu cümledir.
Cümle Unsurları:
Yüklem: anlıyorum (şimdiki zaman teklik 1. kişi)
Özne: ben (gizli özne)
Nesne: seni (belirli nesne)
Zarf: ancak, bu sabah
Kelime Grupları:
bu sabah: sıfat tamlaması
2. cümle: “Ben de bir varisin olmakla bugün mağrurum.”
Bu cümle,
a) Yapısına göre, basit cümledir.
b) Yüklemin türüne göre, ad cümlesidir.
c) Yüklemin yerine göre, kurallı cümledir.
d) Anlamına göre, olumlu cümledir.
Cümle unsurları:
Yüklem: mağrurum (-um bildirme eki, teklik 1. kişi)
Özne: ben de (“de” kuvvetlendirme edatı )
Zarf: bugün, bir varisin olmakla (-la, vasıta eki)
Kelime Grupları:
bir varisin olmak: isim fiil grubu, birleşik fiil
bir varis: sıfat tamlaması
3. cümle: “Bir zaman hendeseden abide zannettimdi.”
Bu cümle,
a) Yapısına göre, basit cümledir.
b) Yüklemin türüne göre, fiil cümlesidir.
c) Yüklemin yerine göre, kurallı cümledir.
d) Anlamına göre, olumlu cümledir.
Cümle unsurları:
Yüklem: zannettimdi (Belirli geçmiş zaman hikâyesi, teklik 1. kişi)
Özne: ben (gizli özne)
Nesne: hendeseden abide
Zarf: bir zaman
Kelime grupları:
zan (n) et- : birleşik fiil
hendeseden âbide : sıfat tamlaması
bir zaman: sıfat tamlaması
4. cümle: “Kubben altında bu cumhura bakarken şimdi, Senelerden beri rü’yada görüp özlediğim Cedlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim.”
Bu cümle,
a) Yapısına göre, basit cümledir.
b) Yüklemin türüne göre, ad cümlesidir.
c) Yüklemin yerine göre, kurallı cümledir.
d) Anlamına göre, olumlu cümledir
Cümle unsurları: Yüklem: senelerden beri rü”yada görüp özlediğim cedlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim. (-im, bildirme eki, teklik 1. kişi)
Özne: ben (gizli özne)
Zarf: kubben altında bu cumhura bakarken şimdi
Kelime grupları:
senelerden beri rüyada görüp özlediğim cedlerin mağfiret iklimine girmiş gibi: edat grubu
senelerden beri rüyada görüp özlediğim cedlerin mağfiret iklimine girmiş: sıfat fiil grubu
senelerden beri rüyada görüp özlediğim cedlerin mağfiret iklimi: belirli ad tamlaması
mağfiret iklimi: belirsiz ad tamlaması
senelerden beri rüyada görüp özlediğim: sıfat fiil grubu
rüyada görüp: zarf fiil grubu
senelerden beri: edat grubu
şimdi kubben altında bu cumhura bakarken: zarf fiil grubu
bu cumhur: sıfat tamlaması
kubben altı: belirsiz ad tamlaması